TRAGEDYALAR III [1964]
EPİSODE
Çünkü bu
kahverengi akşam saatlerinde
Her şeyi en
soğuk ölçülere vuruyoruz
Bir uzak han
kavramına. Hanların
Rahmindeki bir
yolcuya, bir semendere
Ve soğuk bir
çağdan geçiyoruz. Çağlardan
Başımızda
siyahtan bir hale.
KORO
Birdenbire
yapayalnızsanız her yerde
Ve bundan
korkuyorsanız
En küçük
şeylerden bile. Örneğin birine saati sorsanız
Karşıdan karşıya
geçseniz bir caddede
Sesinizi
alçaltıp dikkatle bakaraktan çevrenize
Biriyle bir
şeyler konuşsanız
Ve her gün
kitaplar, dergiler alsanız. Postacı her gün mektup getirse
Sözgelimi bir
resmi dairede
Fazlaca
oyalansanız
Şöyle bir iki
otobüs kaçırsanız üst üste, neden olmasın
Kaldı ki, hiçbir
şey yapmasanız bile
Tuhaftır
Sanki herkes
kuşkuyla bakacaktır yüzünüze.
Ve işte bir
lokantaya girdiniz, garsonla çene çaldınız
Şarapla yiyecek
bir şeyler söylediniz, hepsi bu kadar
Biraz da
güldünüzdü aklınızdan geçen bir şeye
Ya gülünç bir
olaya, ya önemsiz bir söze
Ama az ötede
düğmeleriyle oynayan
Ve yiyen
tırnaklarını bir adam
Duraksız sizi
izliyordur belki de.
Ya da bir
dernekte üyesiniz, azıcık mutlusunuz
Ya da küçük bir
memur bir banka servisinde
Durmadan
suçlusunuz
Durmadan
suçlusunuz
Durmadan
suçlusunuz ve artık kendinizi
Gücünüz yok
ödemeye.
Giderek siz
oluyorsa bütün bir kalabalık
Yüzünüz
yüzlerine beziyorsa, giysiniz giysilerine
Ansızın bir
hastanın kendini iyi sanması gibi
Gücünüz yetse de
azıcık bağırsanız
Bir yankı:
durmadan yalnızsınız
Durmadan
yalnızsınız.
EPİSODE
Yani bizim hiç
korkmadığımız şeyler
Doğrusu en çok
korktuğumuz şeylerdir gerçekte
İçimizde
kahverengi bir dağ ölüsü yatar
Bir yarasa
ayaklanır. Aç gözlü bir kuş
Varır kocaman
bir şey olmanın bilincine
Birden bir ses
biçiminde, radyomuzun içinde
Duyulur iki caz
parçası arasından biri
Ya gülünç bir
yas töreni
Ya toptan bir
öldürme.
Belki de
Soğumaya yüz
tutmuş bir fincan sütlü kahve
Dönüşür
ellerimizde kanlı, kırbaçlı
Bastırılmış bir
greve, yırtılmış dövizlere
Örneğin üç yüz
ölü, bir o kadar yaralı
Ve sömürge
şapkalı ve sten tabancalı
Gözü dönmüş
biriyle
O güvenlik
manşetleri birtakım gazetelerde.
Yani bizim hiç
korkmadığımız şeyler
Belki en çok
korktuğumuz şeylerdir gerçekte
Ki bütün
işkenceler, ezinler ve kırımlar
Damlayan bir musluktur
yerine göre
Yoksa bir enkaz
altında bir ölüm
Ya da puslu bir
havada, bir cinayette
Bir ölüm
Ölümün anlamı ne?
KORO
Sizin hiç
korkmadığınız şeyler ya da hep öyle sandığınız
Beslenir kimi
zaman da sevgilerle
Çok içten bir
selamla ve içten bir gülümsemeyle
İşte her sabah
rastladığımız birinin
Durakta, yolda,
işyerinde
Ya da bir
meyhanenin kuytu bir köşesinde
Yıllarca süren o
dostça ilişkinin
Ve hatta bir
sevgilinin
Yerine
Kin dolu
gözleriyle bir ölüm yargıcı gibi
Biri
Kapkara
giysilerle, özenti bir zincirle
Öyle
Dikilmiş sorguya
çekiyorsa sizi
Ve sakın
sormayın işte: bir hesap yanlışlığı mı, değil mi
Vakit yok öğrenmeye.
Canım en basiti,
arkanızdaki bir duvarın
Mineler, sarmaşıklar,
o yaban gülleriyle
Örtülü bir
duvarın ansızın
Kanlı, kireçli
bir taş yağmuru halinde
Korkunç bir
silah olduğunu yerine göre
Düşünün
Ve sakın
sormayın işte: bir hesap yanlışlığı mı, değil mi
Vakit yok
öğrenmeye.
Ya da bir düşte
yürüyor gibi
Islak mavi bir
sabahtı, açtınız pencerenizi
Şöyle bir
gerindiniz, gökyüzüne baktınız
Tutarak sapından
bembeyaz karanfili
Sevinçle
okşadınız
Ve içerde
kahvaltınız bekliyordu sizi
Öyle ki,
kahvenizi içiyordunuz, birazdan çıkacaktınız
Tam o sıra
kapının zili
Tuhaf şey.. Bu
saatte.. kim olabilir ki
Ve işte az önce
aldınızdı gazeteleri
Öyleyse?
Yaktınız bir
sigara daha, kapıya yöneldiniz
Bırakıp masaya
kahvenizi
Kilidi
çevirdiniz, açtınız kapıyı usulca
Bir kurşun!
Birden o
zamansız, o yersiz başdönmesi
Hani av araçları
satılan bir dükkan vardı
İçi doldurulmuş
çulluklar, kardelen çiçekleri
Bir kurşun!
Geçerken
uğrardınız, iyiydi, cana yakındı
Yeleğinden
çıkmazdı elleri
Bekardı,
umutsuzdu, yalnızdı
Ve belki..
Bir kurşun!
Sormayın
kendinize: bir vahşet mi bu, değil mi
Düştünüz
sırtüstü yere ve işte avlandınız
Sadece avlandınız
Ağız dil bilmez
söylemeyi.
Ötede
Islak mavi bir
sabahtı. Gökyüzü
Bembeyaz
karanfiller, pencere
Kahveniz,
masanız, kahvaltınız
Bir yankı
Ve bütün çay
fincanları: durmadan yalnızsınız
Durmadan
yalnızsınız
AĞIT
Gün bitti. Saat
kaç. Bitecek mi bir gün savaşımız
Hak edilmiş
hüzünlerimiz olacak mı bizim de
Dönüp dönüp
arkamıza baktığımız
Bir dünya
kalıntısı üstünde
Hak edilmiş hüzünlerimiz
olacak mı bizim de.
KORO BAŞI
Daha bir süre
böyle
Silahlar
eleştirecek sizi belki de
İşte siz
Toplayıp
susacaksınız içinizdeki ölüleri
Bakmadan
geçeceksiniz o duvar diplerine
Gözleriniz
olacak, yüzünüz, elleriniz
Ne korku, ne kin,
ne de yenilme
Ve asıl
günleriniz olacak, günleriniz
Duyup da
bilmediğiniz, bilip de tatmadığınız
Dünyanın tekdüzenli renginde.
Edip Cansever