Salı
adrenal-in
Gelecek bölümde:
Derya ehliyetini alabilecek mi?
Derya'nın kan grubu gerçekten de B+ mı?
Derya'nın ehliyet harçlarını yatırabilmek için yeterli parası var mı?
Hepsi Salı gecesi 1'de, S.B.T.B.'de
diyorken sana çok özel spoiler:
Saatler ve saatler süren beklemeden sonra Derya ehliyet alamadı. Üstelik hazır olmasına rağmen alamadı. Ehliyet uğruna bir kez daha Bursa'ya gitmesi gerekecek. O kadar siniri bozuldu ki, sadece uyumak istiyor. Bir de yarın okula da gelmek istemiyor. Üf.
Derya ehliyetini alabilecek mi?
Derya'nın kan grubu gerçekten de B+ mı?
Derya'nın ehliyet harçlarını yatırabilmek için yeterli parası var mı?
Hepsi Salı gecesi 1'de, S.B.T.B.'de
diyorken sana çok özel spoiler:
Saatler ve saatler süren beklemeden sonra Derya ehliyet alamadı. Üstelik hazır olmasına rağmen alamadı. Ehliyet uğruna bir kez daha Bursa'ya gitmesi gerekecek. O kadar siniri bozuldu ki, sadece uyumak istiyor. Bir de yarın okula da gelmek istemiyor. Üf.
Çarşamba
SUBMIT
keşke sarı olmasaydı, sarıyı sevemedim
ama yine de submit ettim!
içimdeki heyecan-ı submit-i kış
bana bahar, sevdalıya bahar, gönlümüzü almış
ya edemeseydik bu koyu güneşi yolcu
boşver derya, yolun başka, başka yolu;
günler yine güzel yine mesude olurdu
ama yine de submit ettim!
içimdeki heyecan-ı submit-i kış
bana bahar, sevdalıya bahar, gönlümüzü almış
ya edemeseydik bu koyu güneşi yolcu
boşver derya, yolun başka, başka yolu;
günler yine güzel yine mesude olurdu
bursa'da yağmur
outside my window, the world has gone to war,
are you the one that i've been waiting for
are you the one that i've been waiting for
Pazartesi
nedense aklıma geldi, olimpics closing ceremony'nin bir bölümü ne güzeldi yahu
Pazar
21.10.12
Bu sabah kendime french toast yapmayı denedim, oldukça çirkin oldu. Bir de şimdi etraf tereyağı kokuyor :/
Cumartesi
Kafalar vol.1
+bir zamanlar, kafalar varmış.
bir kafalar, iki kafalar, üç kafalar, dört kafalar...
bu kafalar beraber huzur içinde yaşarmış.
bir gün hepsi üzülmüş,
ama birbirlerine sarılmışlar.
sonsuza kadar mutlu yaşamışlar.
son
bir kafalar, iki kafalar, üç kafalar, dört kafalar...
bu kafalar beraber huzur içinde yaşarmış.
bir gün hepsi üzülmüş,
ama birbirlerine sarılmışlar.
sonsuza kadar mutlu yaşamışlar.
son
:(
Bırak biraz için
yansın
Çünkü sen
Kararlısın
Çarşamba
kapkeyk
Evet, Mitt'in klasörler dolusu kadını varmış.
Böyle zamanlarda kalifiye olmaya uğraşmak yerine evlenip stainless steel mutfağımda süslü pastalar yapmak istiyorum çünkü.
Böyle zamanlarda kalifiye olmaya uğraşmak yerine evlenip stainless steel mutfağımda süslü pastalar yapmak istiyorum çünkü.
Salı
Şaka
yapmıyorum
bayram dediğin
adem elmamızda bir kelepçe
bayram dediğin
adem elmamızda bir kelepçe
Pazartesi
Ted
Gerçekten komik olabilecek bir filmi bu kadar kötü yapmayı başarabilmelerine şaşırdım.
BU KADAR kötü.
BU KADAR kötü.
Cuma
Yine bir cumartesi sabahı
Bursa'da uyanmanın şaşkınlık-huzur karışımı duygusu içindeyim. Babam, sabahın köründe beni öpüp üçüncü kızıyla ilgilenmeye (kötü duyuluyor ama çok güzel) İstanbul'a gitti. Akşama dönecek. Annem de ondan bir iki saat kadar sonra yanıma geldi, yorganın altına girdi. Uyuduk. Sonra o kahvaltı heyecanıyla kalktı, bense esey düşünceleriyle yatakta biraz daha zaman geçirdim.
Dün, ehliyetimi alamayacağım haberini alınca biraz üzüldüm. Sanki çok büyük bir şeymiş gibi delicesine heyecanlar yaşıyorum çünkü, üstelik bunu insanlardan saklamayı beceremiyorum bile. Her zamanki gibi uyudum, evden çıkarken de motivasyon gereği hissettim. Yanlış tahmin etmedin, yusi sweatshirtümü giydim. Aslında motivasyonuma pek katkısı olmadı, çünkü bir elbise kadar büyük bana, ama yine de armayı sık görmek bana düşündürmedi değil açıkçası. Sonra kendime baktım, ve bir kırılganlık anında çok sevgili ve tırnak aç topuklu tırnak kapa botlarımı giydim. Acıklı olan şu ki, bu beni gerçekten daha mutlu etti.
Tabi bütün bunlar annemler üzerinde ciddi bir şok yarattı. dış kapıdan yürürken (duyan da Love Story'deki malikane sanacak) çeneleri düştü ve bir süre vah vah biz bitmişiz haberimiz yok bakışlarıyla izlediler. Saçım da uzamışmış.
Sonra dün nasıl uyudum hatırlamıyorum bile. Ama bu akşam bizde ocakbaşı varmış. Yıllaaar yıllar sonra ilk kez tanık olacağım bir ocakbaşı. Eski dostlar (derken tabi ki annemlerin eski dostları demek istiyorum), ben küçükken elli yaşında olup artık yetmişine merdiven dayamış dedeler, ne olursa olsun ince kalmakta direten yaşlı teyzeler, bir de kulübe yeni katılan ve Derya ablan Robertte okuyor diyen genç çiftler. Nasıl bir sosyal deprivasyondaysam ilk kez onlarla yemek yemeyi neredeyse dört gözle bekliyorum. Dört gözle beklemek abartı oldu. Ama onların rakı muhabbeti güzel olur mesela, dünyayı kurtarmaktansa aşktan bahsederler, sevgiden bahsederler, felsefe yaparlar ama hiçbirinin iddiası yoktur. Kafamda böyle en azından.
Gerçi başıma geleceği ben biliyorum. Kızım yirmi kişiye bir kahve yapıver zahmet olacak. Gerçi o yirmi kişinin onu daha hala kadehlerini tutuyor olacaklar, yo Yeşimcim siz için kahvelerinizi sonra çay demleyince onu içeriz. Kızımız da pek hamaratmış. Oğuz amca gelin gel şakası yapar. İbrahim amca var mı bu akşam bilmiyorum, ama o Fransız ekolünün radikal bir örneği. Yanından geçsen kadınsın diye yer verir, kapı tutar, sandalye çeker. Çok küçükken (beş yaş gibi) evlenmek istediğim adamlardan biriydi. Biraz daha büyüyünce İstanbul velimin kocası olan Mehmet amcaya yazıyordum Edward Norton'a benziyor diye. Ne garip, gidip babamın arkadaşlarının -da- kucağına otururdum, hatırlıyorum. Sakiliğe bak.
Şimdi kahvaltı zamanıdır. Uzun süredir doğru düzgün kahvaltı etmedim.
Dün, ehliyetimi alamayacağım haberini alınca biraz üzüldüm. Sanki çok büyük bir şeymiş gibi delicesine heyecanlar yaşıyorum çünkü, üstelik bunu insanlardan saklamayı beceremiyorum bile. Her zamanki gibi uyudum, evden çıkarken de motivasyon gereği hissettim. Yanlış tahmin etmedin, yusi sweatshirtümü giydim. Aslında motivasyonuma pek katkısı olmadı, çünkü bir elbise kadar büyük bana, ama yine de armayı sık görmek bana düşündürmedi değil açıkçası. Sonra kendime baktım, ve bir kırılganlık anında çok sevgili ve tırnak aç topuklu tırnak kapa botlarımı giydim. Acıklı olan şu ki, bu beni gerçekten daha mutlu etti.
Tabi bütün bunlar annemler üzerinde ciddi bir şok yarattı. dış kapıdan yürürken (duyan da Love Story'deki malikane sanacak) çeneleri düştü ve bir süre vah vah biz bitmişiz haberimiz yok bakışlarıyla izlediler. Saçım da uzamışmış.
Sonra dün nasıl uyudum hatırlamıyorum bile. Ama bu akşam bizde ocakbaşı varmış. Yıllaaar yıllar sonra ilk kez tanık olacağım bir ocakbaşı. Eski dostlar (derken tabi ki annemlerin eski dostları demek istiyorum), ben küçükken elli yaşında olup artık yetmişine merdiven dayamış dedeler, ne olursa olsun ince kalmakta direten yaşlı teyzeler, bir de kulübe yeni katılan ve Derya ablan Robertte okuyor diyen genç çiftler. Nasıl bir sosyal deprivasyondaysam ilk kez onlarla yemek yemeyi neredeyse dört gözle bekliyorum. Dört gözle beklemek abartı oldu. Ama onların rakı muhabbeti güzel olur mesela, dünyayı kurtarmaktansa aşktan bahsederler, sevgiden bahsederler, felsefe yaparlar ama hiçbirinin iddiası yoktur. Kafamda böyle en azından.
Gerçi başıma geleceği ben biliyorum. Kızım yirmi kişiye bir kahve yapıver zahmet olacak. Gerçi o yirmi kişinin onu daha hala kadehlerini tutuyor olacaklar, yo Yeşimcim siz için kahvelerinizi sonra çay demleyince onu içeriz. Kızımız da pek hamaratmış. Oğuz amca gelin gel şakası yapar. İbrahim amca var mı bu akşam bilmiyorum, ama o Fransız ekolünün radikal bir örneği. Yanından geçsen kadınsın diye yer verir, kapı tutar, sandalye çeker. Çok küçükken (beş yaş gibi) evlenmek istediğim adamlardan biriydi. Biraz daha büyüyünce İstanbul velimin kocası olan Mehmet amcaya yazıyordum Edward Norton'a benziyor diye. Ne garip, gidip babamın arkadaşlarının -da- kucağına otururdum, hatırlıyorum. Sakiliğe bak.
Şimdi kahvaltı zamanıdır. Uzun süredir doğru düzgün kahvaltı etmedim.
Perşembe
kafa bulantısı
+ Müjde Ar Fahriye Abla'nın filmini çekmişti biliyor muydunuz?
- Ama hangi genre'da?
+ Darf ich auf die Toilette?
- Nein, ich bin noch nicht fertig.
+Können Sie wiederholen bitte?
- Nein, ich bin noch nicht fertig.
+ Ich hab das nicht verstanden.
- Ich bin noch nicht fertig.
gibi çirkin şakalar yaptım hep.
- Ama hangi genre'da?
+ Darf ich auf die Toilette?
- Nein, ich bin noch nicht fertig.
+Können Sie wiederholen bitte?
- Nein, ich bin noch nicht fertig.
+ Ich hab das nicht verstanden.
- Ich bin noch nicht fertig.
gibi çirkin şakalar yaptım hep.
Cumartesi
uzun kazak
meraba, çok garip kafalardayım, sürekli 40 dakikalık şekerlemelerle geçiyor günüm.
bu sabah nedense yedi buçukta fırladım (nedense değil, sevgili antibiyotikimi içmek üzere) ve büyük bir aşkla istatikstik ödevimi yaptım. neyin kafasındayım?
sonra dış dünyayla bağlantı olsun diye dışarı çıktım, para çektim sebze aldım kendime yemek yaptım. sebzeyi alıp eve gelip a yok ya ben nohut yiyim dedim, sonra nohut pişmedi. çiçeklerimi suladım, füsunkar solacak diye çok korkuyorum (nahide çoktan soldu bile). kırmızı olanına füsunkar, beyaz olanına nahide adını verdiğimi ben de bilmiyordum, neyin kafasındayım? nahide genç kız demek, füsunkar büyülü demek. hayallah. dizi izleyerek internetimi de bir kez daha bitirdim. bu kez kendiliğinden kapandı bile.
herkes benden tutku istiyor ihtiras istiyor ne yazımda ne sözümde en ufak kalıntısı yok. ne var, tutkularımı alenen ortaya dökmek mi zorundayım, bu neyin kafası? ne yazıcam ben eseyimde, eseylerimde? gezgin veli diye bir karakter varmış benden sana ipucu. zaten vazgeçmişim onca şeyden.
o değil de zehirlendiğimden beri mideme de kötü davranıyorum ne yalan söyliyim. köfteci şaban usta olsun, gece geç dondurması olsun kötü şeyler bunlar ama emedur'suz güzel gidiyor. bir de baktım roxin'le alkol için türke bişey olmaz yazıyor, ama sanırım fizyolojikten çok sosyo/psikolojik bişeyler var orada zaten, bunun analizini de mümkünse internette yazılı yapmayayım.
şimdi bir şekerlemenin daha zamanı geldi. uyanınca ilham gelsin istiyorum. zeytinyağlı fasulyeyi de atmam lazım, kaç günlük oldu bir daha zehirlenmeyelim.
bu sabah nedense yedi buçukta fırladım (nedense değil, sevgili antibiyotikimi içmek üzere) ve büyük bir aşkla istatikstik ödevimi yaptım. neyin kafasındayım?
sonra dış dünyayla bağlantı olsun diye dışarı çıktım, para çektim sebze aldım kendime yemek yaptım. sebzeyi alıp eve gelip a yok ya ben nohut yiyim dedim, sonra nohut pişmedi. çiçeklerimi suladım, füsunkar solacak diye çok korkuyorum (nahide çoktan soldu bile). kırmızı olanına füsunkar, beyaz olanına nahide adını verdiğimi ben de bilmiyordum, neyin kafasındayım? nahide genç kız demek, füsunkar büyülü demek. hayallah. dizi izleyerek internetimi de bir kez daha bitirdim. bu kez kendiliğinden kapandı bile.
herkes benden tutku istiyor ihtiras istiyor ne yazımda ne sözümde en ufak kalıntısı yok. ne var, tutkularımı alenen ortaya dökmek mi zorundayım, bu neyin kafası? ne yazıcam ben eseyimde, eseylerimde? gezgin veli diye bir karakter varmış benden sana ipucu. zaten vazgeçmişim onca şeyden.
o değil de zehirlendiğimden beri mideme de kötü davranıyorum ne yalan söyliyim. köfteci şaban usta olsun, gece geç dondurması olsun kötü şeyler bunlar ama emedur'suz güzel gidiyor. bir de baktım roxin'le alkol için türke bişey olmaz yazıyor, ama sanırım fizyolojikten çok sosyo/psikolojik bişeyler var orada zaten, bunun analizini de mümkünse internette yazılı yapmayayım.
şimdi bir şekerlemenin daha zamanı geldi. uyanınca ilham gelsin istiyorum. zeytinyağlı fasulyeyi de atmam lazım, kaç günlük oldu bir daha zehirlenmeyelim.
Cuma
Çarşamba
AAAaaaaaAAAAAAeeeeeaaaaaaaAAAAAAaaaaa Sevimli Hayaletler büyümüş eeeeeaaaaaaaaaoooooooAAAAA
Patates vahşeti
Istatistik kitabını yazan amcalar bence çok eğlenmişler.
''Math box'' (Japonca gibi söylemeye çalışınca daha da komik oluyor) gibi bölümleri var ve '' ''Putting a hat on it'' is standard Statistics notation to indicate that something has been predicted by a model. '' gibi şeyler yazıyor.
An itibariyle bloguma ayda mean=26, st dev=13.76, min=3, max=38 post atıyorum,
Eheh.
Öf ben yine antibiyotik alıyorum. Vücuduma giren kötü bakterilere bir dur!
Bir de ilk kez ateş düşürücü olarak Buscopan alıyorum. Fazla beyaz. Yarıya kırılabiliyor olmasını da sevmedim. Eskiden ne güzel Parol gibi bildik tanıdık şeyler verirlerdi.
ACABA ON SEKİZ OLDUM DİYE Mİ DEĞİŞTİRDİLER? Vouv, komplo teorisi. Yavaş yavaş tüm medikal yaklaşımları değişirse? Ya serum vermekten vazgeçerlerse? Ben ne yaparım o zaman? Acillerde NASIL UYURUM o zaman?
Yaa of benim monologum bu olmalıydı. Çok gerçekçi, çok inandırıcı yazabilirdim. Tess'ten de sadece 50 sayfa okudum. 50 sayfa daha okumam lazım. Keşke daha büyük yazılı bir edisyonunu aldırsalardı. ACABA ON SEKİZ OLDUK DİYE Mİ DEĞİŞTİRDİLER? Vouv, sakin olmalıyım. Hehe. Bir de piyano dersimi kaçırmak istemiyorum. Acaba üçe kadar daha iyi olur muyum? Gitsem bir işe yarar mı? Gidersem NASIL ÇALARIM?
Delirmedim, yine olsa yine spamlerim.
''Math box'' (Japonca gibi söylemeye çalışınca daha da komik oluyor) gibi bölümleri var ve '' ''Putting a hat on it'' is standard Statistics notation to indicate that something has been predicted by a model. '' gibi şeyler yazıyor.
An itibariyle bloguma ayda mean=26, st dev=13.76, min=3, max=38 post atıyorum,
Eheh.
Öf ben yine antibiyotik alıyorum. Vücuduma giren kötü bakterilere bir dur!
Bir de ilk kez ateş düşürücü olarak Buscopan alıyorum. Fazla beyaz. Yarıya kırılabiliyor olmasını da sevmedim. Eskiden ne güzel Parol gibi bildik tanıdık şeyler verirlerdi.
ACABA ON SEKİZ OLDUM DİYE Mİ DEĞİŞTİRDİLER? Vouv, komplo teorisi. Yavaş yavaş tüm medikal yaklaşımları değişirse? Ya serum vermekten vazgeçerlerse? Ben ne yaparım o zaman? Acillerde NASIL UYURUM o zaman?
Yaa of benim monologum bu olmalıydı. Çok gerçekçi, çok inandırıcı yazabilirdim. Tess'ten de sadece 50 sayfa okudum. 50 sayfa daha okumam lazım. Keşke daha büyük yazılı bir edisyonunu aldırsalardı. ACABA ON SEKİZ OLDUK DİYE Mİ DEĞİŞTİRDİLER? Vouv, sakin olmalıyım. Hehe. Bir de piyano dersimi kaçırmak istemiyorum. Acaba üçe kadar daha iyi olur muyum? Gitsem bir işe yarar mı? Gidersem NASIL ÇALARIM?
Delirmedim, yine olsa yine spamlerim.
Pazartesi
başlamışım bitirmemişim bir öykü
''Your eyes,'' he said, ''your eyes were what gave you away.''
It was late September, when everything felt as though it was ending, that he started having chest pains. He didn’t want to see his regular doctor, who would simply not let him drink any more, so he went to see a doctor in a small office way uptown. It was late September, and everything felt as though it was ending.
The doctor was an ordinary man, with somewhat higher education than most, and he didn’t hesitate to make friends with his patients. ''A huge mistake,'' he thought. ''He cares too much.''
It turned out not to be lethal at that point, because this was his first, but he had to quit drinking at some point – his body was just too old to handle so much alcohol. He repeated, ''I’ve come here not to quit drinking, doctor, what else do you propose?''
The doctor looked out. ''He looks a little bit like the pictures of Breuer,'' he thought. He said, ''I’m not afraid to die, doctor, but I need to die a reasonably comfortable death, having lived a moderately content life. Drinking, drinking is essential for the latter part.''
''A curious wish'', the doctor said. ''A need'', he corrected. They looked at each other in silence for a short moment. ''Tell me, do you live alone?'' ''I live with my wife'', he answered. ''Do you have kids?'' ''One. She’s away.'' ''Away?'' ''Away.''
The doctor prescribed weekly visits as a part of his exercise and told him to try to drink less. Maybe even take his wife out with the spare money.
He left the doctor’s office having promised to come back in a week, although he didn’t know why. It took up quite some time to come uptown.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)