Cumartesi

Eylûl

US News'a göre Derya'nın Ağustos ayında en sık kullandığı sözcükler arasında "veda", "internet" ve "deniz" gibi sözcükler varken, "Şikago" ilk sırada yer alıyor.
bugün ağustosun son günü. eylül'e ilk adım ve ar.tık.şikago.



















aslında çeşme'nin en güzel zamanı, ağustos sonu-eylül başı.

Perşembe

buradaki iki yaşındaki kız "annieh" diyor annesine, içim eriyor yer yer.

Çarşamba

won't be sending postcards from

başlıklarım uzadıkça uzuyor niye bilmiyorum.

size söylemediler, ama daha on yediymiş

Salı

and we have... send off

American Dad'in Blood Crieth Unto Heaven bölümü çok başarılıydı.

send-off'tan dönerken yeşil ve kırmızı ve sarı ve beyaz ve mavi ışıklar birden romantikleştirdi beni. bu şehir, bu insanlar dedim... hem çok sıkıldım hem özledim bir anda.
çıldırdım mı delirdim mi bilmiyorum. ama doğru bir şey varsa o da ilgi gereksinimi.

daha yazacaktım, ama onun yerine bu şarkı. itunesdan yükleyebilsek.

Pazartesi

zamanı bir kenara atsak, isimlerimizi unutsak

ÇOK GARİP rüyalar gördüm.

UP'ı izledim de yine ağladım, notebook gibi yapmışlar.

Ruby Sparks'ı izledim, biraz karıştım.


"Hi, I'm Danny Kowalski. I delivered you, and now I'm delivering you a cake!"-gülmekten gözlerim yaşardı.
Bu filmde de genç Jude Law'a yazdıktan sonra fotoğraflarımın arasında en silinmesi gereken fotoğrafı buldum ve-- yanlış tahmin etmedin, silemedim. Öyle baktım bir süre, zamanında böyle bir fotoğraf bile çekmişiz diye. Sene bin dokuz yüüüüüüz yirmi üç ya da dört.


bundan sonra herkese babies diye hitap etmeye başlamalıyım. hi babies (bu da love and other disastersdan)

skyfall'u izlerken insanın hatasız kul olmaz dinleyesi gelmiyor mu?
bu da bu posta son eklemem olsun.

Cuma

if your monkey's got that kind of money sir, then we've got a monkey bed

sabah sabah da bu şarkıya uyanmak bir garip oluyor.
bakıyorum da postlarım sabahlarla ilgili oluyor ne demek ki bu.
dün de tarih hocamızlaydık pek keyifliydi.
pleycırizm olmasın diye asıl fotoğrafı koyamadım
bkz. dost pleycırizm dinler mi
bkz. dost pleycırizm dinleyebilir
porsiyon/para oranı çok başarılı olan falls in galata'da DOYDUK. kabataş'taki fış fış çaycıda çayımızı içtik. güzel, kaliteli muhabbetler ediyoruz. ŞİKAGO BEYBİ oluyor hep, mutlu oluyorum. aww yissss

p.s. animasyon izlemeye devam edersem en sevdiğim filmler çok karışacak. yaşasın despicable me. evet, animasyonlarda ağlayan insan benim.
her sabah uyandığında günün böyle başlasa güzel olabilirdi.
onun yerine 'niye uyanıyorum ki', biraz ağır oluyor.
en sevdiğim film sanırım artık wreck it ralph. ya da hala ikinci de olabilir emin değilim.

ihanetlerle mektup bulmalar da tesadüf etmiyor mu birbirine, bir hoş oluyorum.

son on dakikamı disney subliminal messages adlı videolar izleyerek geçirdim, insanlar ne içiyor bilmiyorum.

Perşembe

Çarşamba

folksvagın//oğula playlist*

bugün neden olmadığını gördüm yahu. 'bakın ne çok içtim'e doymuşum sanırım, arabalar pantalonlar kaldırmıyor bunları.
yani aslında, hım şey. futbola garezim yoktur ama tüh yani.
aaaaaaaaaaaaaaaah ah.
şikago. haydi.

-
*ay sarhoş muyum ne

oh hey baby-o i just realized this ain't no way for a last night
for our last night
so this one's for you
it's for the ride and some time after
don't you forget about those good times
and try to smile for me whenever you see my star

-
filmlerde michael douglas sesi
ay taslağa döndür ne ayol

Salı

sonunda hüzünden çıldırdım sanırım.

on beş ağustosa geri bakış: babanın katili gelip senden özür dilediğinde onu affetmekten başka çaren yoktur, çünkü affetmeden yaşamak yaşamamaktan daha kötüdür.

ya da temiz; çıkacaksın dağa ve asla inmeyeceksin.

editoski: bu şampuan kokusunun niye bende üzgün hisler çağrıştırdığını hatırladım. seminarcampte arkadaşımın şampuanını kullanıyordum, o da böyle kokuyordu, ve duşa her girdiğimde sevgilimi özlediğim için -düşündüğün kadar müstehcen değil, sadece insan duşta yalnız kalıyor- üzülürdüm, o yüzden bu kokuyu -çok güzel olmasına rağmen- sevmezdim.

first you would forget his chin, and then his nose, and after a while you would struggle to remember the exact color of his eyes... diyor kevin kline.


Pazar

Zeytin sevgisi

Rakı keyfimi yerine getiren güzel akşam.

Kimin canı daha çok yandı yarışması yapıp yanlış anlaşılmadığım arkadaşlarım olduğu için minnettarım.

Hayır hiç de fena meyhane sofrası olmadı. 'Yemek' kısmını halledebilseymişim.

Uf ama ben ilk kez bu keşke'mi dile getirdim.

Cumartesi

08.18.13, 7:01 AM GMT+2

Ecegül, aka Kuşburnu, has -almost- officially left the country.

It has been declared that a thirty-two day mourning will be held nationwide.

May the angels of the web bring speedy news of her health and happiness.

Cuma

...yes, uh hi guys, it's the sixteenth today and it's about eleven am. i'm feeling pretty depressed today, it seems like this is generally what august feels like, and, um just a second, i seem to have completely shut down my playlist, uh so anyway, so today feels like a very salty separation, not literally, and i am having a hard time running. so this next song is for everyone who shares this feeling of august and...

şaka maka benim gidişime de otuz dört gün kaldı

p.s. bu da listening gibi olmuş, böyle "what does she feel like?" (tekrar dinletilir) "a.depressed b.shut down c.running d.sharing" -of espiriler havada uçuşuyor yaşasın

Perşembe

ağlattınız ULAN

kafam oldukça karıştı. ilk veda o kadar erken gelmişti ki anlamamıştım. ikinci veda ise artık çok yakın. kendimi veda hastalığından koruduğumu düşünürken bir de bugün tekrar düşünürken buluyorum. kendime kanıtladıklarımdan da hoşnut olmayacaksam ben kendimi ne yapayım.
şafakus kılıçyan ile son saniyelerimde saçlarım rüzgardan dağılmış ve göz kalemim yüzüme yayılmıştı. demek ki buna son denmez, üç ay sonra yeni sonlar olur.

merhaba üniversite-

şimdi şehirde olduğum için bağışlamaktan uzak istiyorum.

kafa dinleyeyim diye izlediğim futurama bölümü de sonsuza kadar ayrılmak ile ilgiliydi.

kalbimin ortasında kaya gibi bir ağırlığın olması hissini ne çabuk unutmuşum. depreselerimi hatırlıyorum şimdi. özleyeceğimi kendime itiraf edemediğim insanlardan ayrılırken bile üzüleceksem. neyse yani, sonuç olarak kafam çok karıştı, eskisi gibi hissediyorum biraz ve bunu istemiyorum.

Çarşamba

cinka fası

vedalardan bir veda, bu veda.

bu da summer in the city, ama sıcaktan yumuşamış tenin tozla buluşması. son beş yılın fotoğraf hesaplaşması. çok mide bozukluklarım ve vicdanımın bana dışarıdan konuşması.

çok güzel, evimde ve doğru hissettiğim bir akşamdı. yaşasın mecidiyeköy adresimiz.
sonra midem bozuldu. poşet-kova hazırlıklarıyla soğuk terler. uyudum, iki üç saat sonra uyanıp sabahladım.

burada geçirdiğim yılbaşına benzedi.

uyuduğum süre içinde çeşitli korkularım ortaya çıktı sanırım. içeride bensiz konuşmalarının odaya taşınan bölümleri. balkona çıkan yabancı adam paranoyası. hayatım ona bağlıymışçasına sıktığım dişlerim. tüm gücümle açamadığım gözlerim. uyuşmuş kollarımla sarıldığım zaman dışarıdan duyduğum suçlayıcı ve yargılayıcı sesin vicdanım olduğunu anlayışımla birlikte bu kabus da son buldu.

sonra yıllık geyiği ve ders programı yakınmaları. tutkuyla konuşan insanlar bazen ne kadar güzel oluyor değil mi.

bugün bir yemeği kaldırabilir miyim emin değilim.

-

BİRAZ ÖNCE RAMONA İLE BARIŞTIM
YÜRÜ BE RAMONA
ITS LAYK DEBRİYAJ DON MATTER NO MORE
kısa mesafe olmasının büyük etkisi vardı elbet ama o otoyıkamadan bir de DÖNÜŞÜ VAR

-

ramona'ya sinirli -yani tabiri caizse sinirsiz- ellerle dokunanlar aptal olsun.
aptal oldum.

-

ellerim titriyordan tutsana ellerimi, ondan da kıyımlardan sonra hala kıyamamak nedir kafana sışim derya. aptal oldun, üstüne üstlük ramona'yı beyazlatmak suretiyle yaşlandırırken ULAN İÇİNİN AĞLADIĞINI BİRAZ DAHA BELLİ ETSEN TELENOVELA OLACAKTI DERYA kafana sışim.
kebabın az pişmişi mi olur lan

Salı

şafakus ile, al pacino.

*sana sarılasım, seni öpesim var*

hem soruldum, hem sürüldüm ben; ama hepinizin canı sağ olsun

23:20 seni çok özlüyorum

editoski: üç suları işte: pipedreams ile arnavutköy banklarında gece oturup karşıya bakmamış olmamız, bana seni çok özlüyorum'dan çıkışlı beyaz-sarı ışık dengesi yazdırdı. arkadaş. arka-daş. saçının ucundaki morlar bile onla olabiliyor. t:-3mo (ve iki hafta)

-vedalardan vedalara, vedalardan bir veda. burukum ama mutluyum.

Pazartesi

kırk beşlik

he is from lebanon, what does he want?

rüyamda elimi tutuyordun, bir ara kafam bu kafa oldu
sonra özür dileyemediğini hatırladım.

awakening: ajda pekkan

ben bir tek özür dileyemeyenlere mi kızıyorum ne?

Pazar

GİTTİ DE GİTTİ

otobüsten yürürken ağladım.
teselli olsun diye bunu dinledim

ÜZGÜNÜM
AĞLIYORUM
pipedreamsi tekrar görmem için t:-3mo

Cumartesi

hey mitch, tell me a joke*







* anlarsın ya ;)
bugün de koyu kahverengi rujumu sürüp
kirpiklerimin çaprazından yere hüzünlü bir bakış atıyorum

pazartesi-çarşamba-cumaları biyoloji ve calculus, salı-perşembeleri thought ve drama olsun bundan sonra.

akşam beş buçuklarda yoga, yedilerde yemek, on ikilerde de uyku olsun istiyorum bana.

bugün de koyu kahverengi eteğimi sıkıp
açık sarı gömleğimin yakalarını kaldırıyorum

buna da gereksiz editoski: hayır yani, bir kadına benzemek istenilseydi o audrey hepburn olurdu. narsizmimin sınırları var. ama sınırsız düşünmeyi öğrenmen iyi.

Cuma

bugün için ayrıca

bir post daha gerekiyordu, o da bu oldu:

hatasız kul olmaz, hatamla sev beni
dermansız dert olmaz, dermana sal beni
kaybettim kendimi, ne olur bul beni
yoruldum halim yok, sen gel de al beni

feryada gücüm yok, feryatsız duy beni
sevenlerin aşkına, ne olur sev beni
sev beni...

-
can demek sen demek, gel de gör bende mi
sözümde sitem var, kalpte mi dilde mi
tez elden haber ver, o gönlün elde mi

feryada gücüm yok, feryatsız duy beni
sevenlerin aşkına, ne olur sev beni
sev beni...

Broadview

ARTIK BİR ADRESİM VAR
EVET BİR ADRESİM VAR
YANLIŞ OKUMUYORSUN BİR ADRESİM VAR

single. SINGLE!
palmer house. PALMER HOUSE!
612. ALTI YÜZ ON İKİ BEBEĞİM

artık bir adresim ve bir odam ve bir tuvaletim ve bir dolabım ve bir buzdolabım var.

bunu sakın unutma tamam mı
BİR ADRESİM VAR

-üstelik grupta beğendiğim TEK insan da broadviewlu. güzel şeyler bunlar. GÜZELLER HEPSİ VE HER ŞEY ÇOK GÜZEL




p.s. photobooth'un resim sakladığını unutmuştum. bugün, sildiğimi düşündüğüm birçok resmi tekrar silmek zorunda kaldım.
ama yine de broadview, chicago baby





NO NO NO NO NO NO NO LET ME REPHRASE, http://palmeruchicago.wordpress.com/

Perşembe

bu-gün bay-ram

Evet efendiiiiiiiiiiiiim,
burası da bir takip eden kaybederken bir başkasına kavuşuyor.
Ne var canım, ne de olsa ben istemiştim kaybetmeyi öyle değil mi?
Ne de olsa geçen yazın acılarını hatırlıyoruz sık sık.

Bugün "bayram"dı ya hani, aile kavramını tekrar kucaklarken
çeşitli fiziksel engellere de içimden yerince küfrettim.

Sevgi, aşk, romans, sevda gibi şeyler
Hepsi Orhan Gencebay şarkılarında ve
"Bu şarkı tüm sevip de kavuşamamış olanlara gelsin" diyen Türk filmi seslerinde gizli.

Şapka çıkarıyor ve bu geceki sevgiaçırüyama dalıyorum.

Ne güzel bir duygu birine istediğince seni seviyorum diyebilmek
dedirtmediğim sayılı insana bayram aracılığıyla içtenliklerimi yolluyorum.

Çarşamba

Dalacak param yok, kaptan olmak ne kadar güzel, bunları yazacak klavyem yok, arkadaslar ne kadar da güzel.

Cumartesi

Ah, benim de aşkım

Cuma

bu bloga da veda etme zamanım yaklaşıyor gibi hissediyorum.
hem on sekiz yaşlığım kalmadı, hem de gurbete gidince bir ilk hafta yazılarından sonra yazacak isteğim ya da gücüm kalmazmış gibi geliyor. belki ingilizce yazmaya başlarım, o da bir blog haline gelir mi bilmiyorum. ne de olsa iki üç boş defterim var elimde.

bugün IDm için vesikalık çektirdim, vesikalıkların ortak kaderi gibi o da amsterdamdan export yapan kaçağa benzedi. biyoloji placement teste başladım, hani çalışmadan gireyim de tam olsun kafasıyla, üçüncü sorudan sonra kapandı. ispanyolca çalışmalıyım, matematiğe girecek bir TI'm bile yok. başvurular için olan vıdıyı daha yazmadım onu yazmalıyım. falan filan.
Derya Marieke Maarschalkerweerd

biraz suçlu hissediyorum bu kadar gitmek istediğim için. beş yılı geçirdiğim yer ve insanlardan bu kadar kolay ayrılmak istemem nasıl bilemiyorum, ama pek hüzün yok ortada. belki son geceler olur. belki hiç olmaz. unuttuğum ve unutabildiğim şeyler için üzülmüyorum hala.

bugün de böyle. iki ağustos iki bin on üç cuma, on beş on iki.








Perşembe

Umumep günü

Bugün umumep, gelecek nesiller için yine açıldı. Hayırlı olsun.

Yazmayı unuttuğum şeylerden biriyse (araya çok ihanet ve fiziksel aktivite girdi) The Inheritence of Loss'un içime oturduğu. Yani bir Disgrace değil tabi. Ancak minimal hayal kırıklıkları getirmedi değil. Ondan sonra Buddha of Suburbia'ya başladım, sonra bu kadar sex, drugs and rock&roll kaldıramayacağıma karar verdim. Böylece Murakami'nin Norwegian Wood'uyla tekrar karşınızdayım. Sanıyorum o da bir A Wild Sheep Chase olamayacak, ama kim bilir?

*
bu kafa neyin kafası tam emin değilim. ama öyle kafalar oluyor arada, ben de nefes alıp hayatıma devam ediyorum, ne de olsa beni çok mutlu bir okul hayatı bekliyor.