Pazar

Nefes alamazcasına

Ben annemi çok özledim, ağlarken sarılıp sırtımı sıvazlardı.

Cumartesi

Kayıtlara geçsin:

bu akşam örtmenimin limonatasını ödedim, çok mahçup ama mutlu oldu. sağol.

Cuma

Cuma gecesi depreseleri

Bu gece, araba kullanmaya cesaret edemediğim için ev yakınlarında kalmak zorunda kaldığım bir cuma gecesi. Yağmur yağıyor, yarın 11de Beyoğlu'nda olmalıyım film izlemek için, iki saat kadar sonrasında İspanyolca dersim ve kur atlama sınavım var. Heyecanlıyım, denilebilir. Sınıfıma anlatılamaz bir bağla bağlanmış durumdayım, bunu kendileri bilmiyor ama sınıflarına düştüğüm için o kadar şanslıyım ki! Bir cuma gecesi, yanımda pijamam, diş fırçam, bilgisayarım, yol için kulaklığım, bitmek üzere olan bir Nutella kavanozum ve İspanyolca kitaplarım: Starbucks'tayım. Bu gece Kuşburnu'nda kalmayı planlıyordum aslında, olmadı. Bugün NYU'ya girdim, ikinci kabulüm, ilki UChicago'ydu. Diğer "safety"mden waitlist edildim. Dün gece üst üste yedi tane red aldım. Bana koymaz sanıyordum, ilk dört-beş red gerçekten hiç koymadı. Harvard tutup beni mi alacaktı sanki. Ama son iki redimi alırken hiçbir hayalimin gerçekleşmeyeceğini düşündüm. Buna kendimi başka hayaller bulmam gerektiğine inandırarak hazırlamaya çalıştım, ama ancak olmadığını gördüğüm zaman ne kadar çok istediğimi anladım. Ben sadece akademinin dibine vurmak istemiyorum ki, bunu göğsümü gere gere yapmak istiyorum. Yaptığımda bir işe yaramasını istiyorum. Şimdi ise elimde iki seçenek var. İyimserliğimi koruyabileceğim son üç saati de katarak üç seçenek var diyelim. Akademi için hayatım boyunca nefret ettiğim ve kaçmaya çalıştığım bir rekabet ortamına gidebilirim, nispeten daha canlı bir hayatımın olacağı ama bana istediğimi veremeyebilecek bir yere gidebilirim, ya da sadece arkadaşlarımdan değil tüm Doğu etkisinden uzak ve göreceli olarak daha plastik bir yere gidebilirim. Nasıl duyuluyor bilmiyorum, hem pek önemi de yok artık sanırım, ama ben bu seçenekler için hayatım boyunca mükemmel öğrenci olmaya çalışmamıştım. Daha önce hiç başarısız olmamış gibi duyuluyorum, oysa oldum, ama bu denli büyük bir başarısızlığı hiç tatmamıştım. İyi yaptığımı hissettiğim o tek kesin şeyde, yıllarca ve iyi olduğumu hissettiğim süre içinde de kendimi kandırmışım ve beni kandırmalarına izin vermişim. Bu, basit bir başarısızlıktan öte, hayattaki kendimi bilmezliğim ve cehaletimin bir göstergesi. Ben bu akşam çok üzgünüm, yanımda da kimse yok ama bunu ben istedim, üzgünlüğümü sadece kendime açıklamam gerekiyor böylece. Çok üzgünüm çünkü bazen bir şey olmayınca başka şeye sarılırsın ya, bu olacak belki de bunun olması gerekiyordu diye, o sarıldığın hayal de yıkılır sonra -hayır, burada bahsettiğim şey bir okul olmazsa diğeri değil, okulların olmamasının başka alanlarda iyi şeyler getireceği, ne bileyim sosyal-özel alanlarda, belki çeşitli sanatsal-gastronomik alanlarda- işte üst üste olunca gerçekten kalbim kırılıyor. Biri olmadan yaşayabilirim, ama hepsi olmadan nasıl yaşayabilirim ki? Orada ellerim üşürse ben nasıl baştan güvenmeye başlayabilirim ki? HER şeyin bittiğini gördüğüm bugünlerde, bu günlerde, neşemi korumakta zorlanıyorum. Evet her şey bitti, o kadar bitti ki hepsine yeniden başlamam gerekecek. Kim bilir, belki yeni yarattığım ben Bovarylikten çıkar, ya da belki daha literal bir Bovary olur, kim bilir. Tek bildiğim, artık güldüğümde eskisi kadar güzel olmadığım.
*
Edit: You know it! Stanford da beni elegan elegan reddetti.

Çarşamba

Ölümü düşünmek bence sıradan bir şey.

Cuma

Bu yazının devamı gelecek:


Tragedyalar III, bütünlüklü bir eserin bir parçası olduğundan bütün öyküyü sunmamaktadır. Bu nedenle veya değil, girişi olan Episode, ‘çünkü’ sözcüğüyle açılır ve soğuk ve karanlık bir resim çizer. Hanları yolcuları koruyan ve onlardan iz taşıyan yerler, bir nevi onları doğuran anneler olaran anlatır. İçinde geçen ‘semender’ sözcüğü de romantik ve gerçek olmayan bir yeri çağrıştırmaktadır. Şiirin geri kalanı göz önünde bulundurulduğunda, han (hane, ev) gibi bir sıcaklığın hiçbir zaman gerçek olmadığını veya insan benliğini buldukça kaybolduğunu anlatıyor olabilir. Han kavramı, “iki kapılı bir han” olarak süregelmiş yaşam benzetmesine gönderme yapıyor olabilir (özellikle “Kalkmaya sebep arıyom/Gidenleri hep görüyom” dizeleri akla gelmektedir). ‘semender’ sözcüğü aynı zamanda vahşi ve gerçeküstü olduğu için zamana karşı gelebilen bir olgu olarak da söylenmiş olabilir. Bu durumda herkesin geçici olduğu, sadece ‘iki kapılı han’ın kaldığı sonucu çıkarılabilir. Bu giriş, ‘akşam saatlerinde’ yaşam ve yaşamın anlamı üzerine düşüncelerin bizi sardığını, ‘siyahtan bir hale’ oluşturduklarını çağrıştırmaktadır.
Koro, günlük olayların bunalımından bahsetmektedir. İlk kıtasında geçen günlük, sıradan işleri yaparken bile izleniyor olma hissi, kendiyle barışık olmayan veya kendi değerlerinden emin olmayan birini çağrıştırmaktadır. İkinci kıtada geçen ‘şarap’ sözcüğü, ilahi bir kavramı çağrıştırmaktadır. Bu çağrışım, kıtanın devamını bir Tanrı sorgusuna yöneltiyor olabilir. Sürekli izlenme hissi, Tanrı tarafından izlenmek olarak yorumlanabilir. Bu durumda, sürekli şüphe eden bir Tanrı ve daha kötüsü tırnaklarını yiyen bir Tanrı resmi çizilmektedir ki, anlatıcının Tanrı’nın iyiliğini ve doğruluğunu sorguladığını göstermektedir. Bir sonraki kıtadaki “[…] artık kendinizi/Gücünüz yok ödemeye” dizeleri de yaşam tarzının dayattığı suçluluk duygusunu anlatıyor olabilir. Koro’nun son kıtasında da kendini sıradanlaştırarak yalnızlık acısını hafifletmeye çalışan biri anlatılmıştır. Sıradanlaşmak, ruhsal açmaza bir çare olmamış ve kalabalıklar içinde bile yalnızlık hissi devam etmiştir. Bunun yanında, son kıta bir çeşit ölüm betimlemesi olarak da yorumlanabilir. Ölünce herkesin aynı gözüktüğü (beyaz giymek, kefen ya da giysisizlik olabilir) düşünülürse, ölen insan, ölüm kolektif bir deneyim olmasına rağmen ölümde bile yalnızlığından kurtulamamıştır: varoluşsal sıkıntılarından son kaçış olan ölüm bile ona sığınak sağlayamamıştır.
[To be continued...]

Perşembe

Kuşburnu'nun Katkılarıyla

Modelim ve poposu olmasa yapamazdım tabi.

Salı

YGS haftası

Annem, bu tatilde Bursa'ya gitmediğim için kırıldı.

Pazar

When I called you the second time today,

I wanted to talk to you but your dialtone denied me everything.
Compassion, empathy, understanding
Love, even. Your dialtone denied me the love I could get 
From you, from talking to you or from talking to anybody who would listen.
Your dialtone denied me the love I could get at all.
I wanted to talk to you but your dialtone gave me no choice.
I wanted to talk to you
but your dialtone
shut me down, out and off.
I wanted to talk to you.

(Nispetiye'de çiçeklere bakan bir kadın vardı)

Pazartesi

Dize Çözümlemesi İki


BUN [1957]

Elim geçiyor aptaldan
            Kapital
Elim mi çiçek mi bilmiyorum
Bir elim bir çiçek mi açılan
Çekingen mahzun açılan bunu bilmiyorum
Ama üst üste yenildiğime göre
İskambil oynuyorum garanti
Max Jacob papazı ablasından

Ablasını o saat meryemsiyorum
Çünkü her kadını meryemsiyorum
Gözleri göz değil gözistan
O müthiş korku saatlerinde
Başını omzuma koymasa olmazdı
Başını omzuma koyunca da
Kurtarmasa olmazdı beni olmaktan
İçtiği şaraba ait bir adam

Gözleri göz değil gözistan
Bir odadan bir odaya geçiyor
Kapının birini açıp birini kapıyor
Adı Meryem değil de sade Dorothy, Lucy
Renklerinden dolayı okulsuz bırakılan
Zenciler zenciler iki okka zencefil
İntihar süsü verilerek
Güneşin linç edildiği bir akşam
                         Cemal Süreya

Bun: Sıkıntı (TDK)

Bun şiirinin girişi, para kaybetmekte olan birini çağrıştırmaktadır. “Kapital” sözcüğünün ekonomiyi çağrıştırmasının yanı sıra, ‘çiçek gibi çekingen ve mahzun’ açılan çiçek imgesi, para vermek üzere istemeyerek elini açan birini hatırlatmaktadır. “Max Jacob papazı ablasından” dizesi birkaç anlama gelebilir. Öncelikle, Max Jacob bilinen iki kişiden birine gönderme yapıyor olabilir: Fransız yazar-ressam ya da Alman kuklacı Max Jacob. Yazar-ressam Max Jacob, Yahudi olmasına rağmen 1909’da İsa’yı gördüğünü iddia ederek Katolikliğe geçmiştir. Kuklacı Max Jacob ise otoriteye karşı gelen bir kuklacılık ekolünü başlatmıştır. ‘Max Jacob’ın hemen yanındaki ‘papaz’ sözcüğü öncelikle yazar-ressam Max Jacob’ın dini seçimlerini çağrıştırsa da, ‘papaz’ın bir iskambil kağıdı olması, daha çok hile yoluyla kandırma, yönetme, yani kuklacılığı hatırlatmaktadır. Her iki konuda bir yalan mevcut olabilir: kuklalar gerçek olmadığı için, Yahudilikten Katolikliğe geçişin arkasında da çeşitli sosyal veya ekonomik yükselişler vaadedildiği için olabilir. Şairin ‘ablası’ dediği, iskambil oynadığı arkadaşlarının birinin ablası, veya herhangi bir kadın olabilir.
İkinci kıtadaki ‘meryemsiyorum’ sözcüğü, kelime deformasyonuna bir örnektir. “Ablasını o saat meryemsiyorum/Çünkü her kadını meryemsiyorum” dizeleri, arkadaşının ablasını temiz, saf ve yüce gördüğünü, hatta tüm kadınları böyle gördüğünü, çünkü kendini iskambilde dolandıranların erkek olduğunu anlatıyor olabilir. “Gözleri göz değil gözistan” dizesi, olmayan ‘gözistan’ sözcüğünü kullanarak ‘gözlerinde kaybolmak’ duygusunu çağrıştırmaktadır. Kıtanın geri kalanında ise arkadaşının ablasının, şairin omzuna başını koyarak onu alkoliklikten kurtardığını söylüyor olabilir. Ancak, buna bir alternatif olarak, “İçtiği şaraba ait bir adam” dizesi, kimin ikram ettiği şarabı içiyorsa onun dediklerine inanan zayıf ve uysal biri olmaktan bahsediyor olabilir. Bu kıta, diğer ikisi gibi ilk okunduğunda politik bir çağrışım yapmamaktadır.
Üçüncü kıtanın ilk üç dizesinde şair, arkadaşının ablasının gözlerinde kaybolmaktadır. Gözleri o kadar derindir ki düşünceleri bir tanesinden diğerine atlar ve, şiirin yazıldığı zaman göz önüne alınırsa, o sırada Amerika’daki İnsan Hakları Hareketi’ne gelir. Beyaz olmadıkları için okula alınmayan insanları ve linç olaylarını hatırlar. Dizedeki ‘iki okka zencefil’ sözcüklerine bir yorum getirebilmiş değilim. Şiirin başlığında da belirtildiği gibi ortada bir sıkıntı vardır ve bu şairin içinde olduğu bir sıkıntı olabilir. Şiir, işlenen insanlık suçlarının farkında olup, korkuları nedeniyle bu konuda bir şey yapamayan birinin sıkıntısını çağrıştırmaktadır. Bu korkular ilk kıtada para kaybı, ikinci kıtada ise sevdiklerinin kaybı olarak gözükmektedir. Üçüncü kıtada ise çaresizlikten artık görmemeye alışmış birinin bir linç durumunda olaya bakmak yerine güneşe bakmayı tercih etmesi olarak algılanabilir.

t:-4

Dövme de arkadaşlar gibidir belki de: Arkadaşlar nasıl seçtiğimiz aileyse, dövme de seçtiğimiz yara gibi  Yara değil de doğum lekesi diyecektim, ama dövme doğumun değil de yaşamın izi gibi  Ama ya arkadaşlarımızı da seçmemişsek  Hayır sorum bu değildi, sorum  Ya yaşamımızın izini kendimize kazıma gereği duymuyorsak?  Hayır sorum bu da değildi  Neden yaşamımızın izini kendimize kazıma gereği duyuyoruz ki,  Çeşitli bunama evrelerinde, etrafımızdakiler  Yaşadığımızı bilsin diye mi  Yoksa fotoğraf gibi kanıtlara hala  Alışkın olamadığımız için mi?

Bugün kırk dakika uyuyayım diye yattım, yedide babam aradı, ona Kestiriyordum diyemedim çünkü kestirmek eylemi gelmedi aklıma, inatla atıştırmak sözcüğü geliyordu, en sonunda Az uyuyacaktım çok uyumuşum dedim, şüpheyle kapadı telefonu.

Cuma

Dize Çözümlemesi


İNTİHAR [1989]

Sen tam tabancayı
Şakağına dayamışsın;
Kapı açılıveriyor
Ve üstündekileri
Bir bir fırlatıp atan
Bir leylak sesi.

               Cemal Süreya

İntihar şiiri, kendisini şakaktan vurmak üzere olan birinin intihardan vazgeçmesi ya da intiharı bir anlık ertelemesini anlatıyor olabilir. İlk iki dize bu konumu anlatmaktadır. “Kapı açılıveriyor” dizesi, kapının açılıp birinin içeri girmesi, kapının rüzgarla açılması veya intihar etmekte olan birinin son kez dünyadaki varlığını hissetmek üzere duyularının hassaslaşması olarak yorumlanabilir. Son üç dize soyunmak yani çıplak kalarak savunmasız kalmak imgesini taşımaktadır. Leylak sesi, leylak kokusu veya, bazı ağızlarca, leylek sesi olabilir. Leylak sesi leylak kokusu olarak yorumlanırsa, güzel çiçek kokusu gibi küçük bir şeyin insanda yaşam isteği doğurabileceğini anlatıyor olabilir. Eğer leylak sesi, leylek sesi olarak varsayılırsa, bebeklerin leylekler tarafından getirilme öyküsüne gönderme yapıyor olabilir. Bu durumda, intihar edeni vazgeçiren veya duraklatan yeni yaşam ve yeni umutlar, ya da kendisine ait bir bebeği bırakmanın vicdan azabı olabilir. 

Perşembe

Strap

Islak sigara kokusuyla kesik çiçek kokusunun karıştığı yerde, yo hayır sigara kokusu ıslak değildi olabildiğince kuru ve hapsediciydi, sadece kesik çiçek kokusunun nemli hayat doluluğunun, ya da tükenmeye yüz tutmuş hayat doluluğunun demeliyim, bana çağrıştırdığı ıslaklıkla bağdaştırdığım bir sigara kokusu olduğu için ıslak dedim, anladım. Adam bagajda oturmuş sigara içerken kadın çiçek kesiyordu: bir tarafında atılmış ve kırılmış teneke standların üstünde, büyük konserve kutuları içindeki mor ve turuncu çiçekler ve diğer tarafında kestiği gövdelerden ve yapraklardan oluşmuş yemyeşil bir mezar. Güzel kızım, tatlı kızım, hanım kızım. Artık özür dilemekten yorulmuş bir Kolay gelsinle geçerken anladım. Daha doğrusu anladığımı sandım. Bir dikkatli karşıya geçiş ve indiğim birkaç merdivenin sonunda, elim süte uzanırken anlamadığımı ama anlamayı delicesine istediğimi anladım. Bir ağacın farklı yönlere büyüyen dallarından çok, bir çiçeğin renkli yaprakları ve ondan ayrılarak kenara atılmış ve kendi gibi birçok başka cesedin altında kalmış gövdeleriydik. Bazen sözlere gerek duymadan anlaşabildiğim insanlarla olan ilişkimin kilit özelliği buymuş demek ki: bazen sözlere gerek duymadan anlaşabildiğim, ama çoğunlukla sözlere çok ihtiyaç duyduğum ve dolayısıyla sözlerle kendimi anlatamadığım zaman ilişkimin kesildiği insanlar. Bir ağacın farklı yönlere büyüyen dalları değildik belli ki, ve bunun bir sorun olmaması zaman alacak. Belki de aldı bile, çünkü bunları yazarken oldukça kabullenmiş hissediyorum. Evimin güzel sessizliğinde hissettiğim rahatlıktan olabilir bu. Evimin sessiz olmasını çok seviyorum, kendi düşüncelerimi rahatça duyabildiğim ve kimsenin benim derinden hissederek, belki inanarak, düşündüklerime kaşlarını kaldırarak 'Peki', ya da daha kötüsü 'A a, tamam' diye cevap vermediği evim. Ev. Çok istememe rağmen, cevap sözcüğünü tamamen silerek yerine yanıt sözcüğünü kullanmayı başaramadım. Oysa cevap, leyla ya da aşk gibi, yerini Türkçeleştirilmiş sözcüklerin alamayacağı sözcüklerden değil. En azından olmamalı. Bu sayfayı çevirmek isteyip istemediğimi soruyor bana ve ben de ona bakıp içindekileri çevirme, sadece daha anlaşılır kıl diyorum. Diyorum, ve boşluğun yarattığı baş ağrısı geri dönüyor. Sigara kokusu beni evime kadar takip etti sanıyorum, oysa bu sigara kokusu kapımın hemen dışında, hangi nedenle olduğunu çıkaramadığım, içilmiş sigaranın kapı altından ve ince duvardan ve pencere aralığından geçmiş kokusu. Geçmiş kokusu. Asansörüm durmadan önce sallanmaya başlıyor, umarım ben içindeyken düşmez.

Çarşamba

Liste.7

Istatistik çalışmamak için yaptıklarım:
1. Market alışverişi
1.5.Yiyemeyeceğim kadar yemek
2. Sevmediğim gençlik dizilerini izlemek
3. Bilgisayarımda var olan bütün okulla ilgili fotoğraflara bakmak
4. Piyano çalmak
5. Duş almak
6. Kitap okumak
7. Modern Drama ödevi
8. Sevmediğim çizgi filmleri izlemek
9. (Neredeyse) izleyip o kadar da beğenmediğim bir filmi tekrar izlemek
10. Uyumak.

Salı

Sebze olmama motivasyonu

Annenin kıymeti uzaktayken biliniyor ne yalan söyleyeyim. Annem gitti, yine yemek yaptım gururla ama yemek yaptıktan sonra bulaşık yıkamak lazım, kıyamayan bir anne de olmayınca paşa paşa bulaşık da yıkadım. Bir baktım saat on olmuş.
Aslında öykünün öncesi de var. Beynimi kapadım. Eve geldim, annem gidecek diye hemen uyumadım. Oturduk, gitti. Saatimi 5.e kurdum. Sonra 5.30a kurdum. Sonra 5.45e kurdum. Uyandığımda saat 7.30du ve sabah olduğunu sandığım için geç kaldım diye panik oldum. Bu akşam biraz tarih daha fazla istatistik en çok piyano çalışsam, uyumadan önce de kitap okusam ne güzel olurdu. Ama motivasyonsuzum. 
Daha doğrusu işler -tamam piyano değil, hem İspanyolca hiç değil!- sadece sinirime dokunmaya başladı. Hatırlıyorum, dokuz yaşında da bir akşam dayanamayıp ev ödevi olgusunu sorgulamıştım saatlerce. Annem de ne zorlanmıştı. Dersi dinliyorum, anlıyorum, aklımda da kalıyor, ev ödevine ne gerek var? Aslında soru çözdükçe anlamayı lisede öğrendim, öyle bir şey varmış hem işe yarıyormuş. Ben kitap okumayı seviyordum çok, kitap okumak harika bir şeydi. Sonra bu yazdıklarını neden yazdıklarını düşünmeye başlayınca çok daha güzel oldu. Kitap okumak ne güzel şey. 
Motivasyon ne güzel şey. Sebze, saksı ya da çeşitli botanik terimler olmama motivasyonu. O nedenle geçen yılı çok özlüyorum. Clintle oturup konuşurduk falan. Clintin biraz umrunda olsam görmek isterim adamı. Neyse redlerim kabullerim gelsin de, mail atarım. 
Güzel yazabilmek ne etkileyici bir yetenek. Bugün Üvercinka'yı bir kez de sınıfta görünce bir kez daha şiir okuyasım geldi. Lale Müldür'ün üzünç, sevgilim ya da nane otları şiirini duymamla başlayan o duyguyu yeniden yaşar gibi oldum. Çok güzel bir başlık değil mi? Hem sevgilisine bir nedenin üzünç ya da nane otları olduğunu söylüyormuş, hem de neden olabilecekleri üzünç, sevgilim, ya da nane otları olarak sıralıyormuş gibi. Onun yanında bir de okunası makaleler yazanları kıskanıyorum. Belki bildiklerimle sınırlı olduğu için bunu bir yetenek olarak görüyorumdur (evet bilebildiğim konular üstüne okuyunca düşünebildiğim için makale okunası olur) ama Consider the Lobster ve okuyup unuttuğum Shakespeare üzerine yazılmış makaleler. Güzel yazı etkileyici bir yetenek ve beni bu kadar etkilediği sürece elde edemeyeceğim bir tane olduğundan şüpheleniyorum.
Saat 10.45. Ne zaman uyumalıyım emin değilim.

Pazartesi

Who Killed DJ

Bloguma ne olduğunu anladım! Yazdan sonra, yazmak istediklerimin yerini aptal responselar aldı, buraya yazacak bir şeyim kalmadı. Sanırım piykimi ıstakozda yaşadım.

Cumartesi

İnternet için sürünüp kulaklık unutan kafamı sevmiyorum. Bir de kulaklık dilenince hiç hoş karşılamıyorlar.

Cuma

Ergendeme

Yersiz bir ezan sesi ve boyalı tırnakların ayakkabı hissini yarım geçirmesiyle beraber bağırmak istedim kocaman. Bütün binalara bağırmak istedim ve birçok kez fotoğrafını çekip beğenmediğim yaprakların titreyişini görmek istedim. Önümdeki boyama kitabındaki ayıcık bir Erdil Yaşaroğlu bakışı atıyor: farklı büyüklüklerdeki gözlerin üstüne yapışık kalın kaşları eğimli, kesişmek üzere ve burnu parlıyor. Kafam hala çok ağır. Sevmeyi kendime izin verdiğim insanlara (cümlem devrik, kafam devrik) Beni değersiz hissettiriyorsun diye bağırmaktan hep kaçındığım için kafam ağır. Beni değersiz hissettirdiğin için senle paylaşmaktan çekiniyorum, senle paylaşmak is-te-mi-yo-rum ama bundan bir çıkış yolu yok çünkü paylaşmadığım zaman seni sevdiğimi ve beni sevdiğini hissetmiyorum ki. Paylaşmadığın zaman beni sevdiğini ve seni sevdiğimi hissetmiyorum. Anneme bu yüzden kızıyorum. Bütün kızlar annelerine bu yüzden kızıyormuş. Onun gibi olduğum için. Onun gibi olmaktan kaçamadığım için. Onun gibi olmamam gerektiğini bildiğim halde onun gibi olmak zorunda kaldığım için. Ondan çok daha fazlasını bildiğim halde onun bildikleriyle sınırlı olduğum için. Anneme bu yüzden kızıyorum. Öğle yemeğinde ne yediğimi merak ettiği için değil. Ben de merak ettiğim için kızıyorum. Bir tek babam beni asla değersiz hissettirmedi. Onun gibi biri de yok-muş- artık zaten.
*
Bugün çok karışıktı. Fazla gösterişli bir ayakkabıya aşık oldum (ilk kez), başka çok gösterişli bir ayakkabıyı fena bulmadım, bir ara mutlu oldum gibi, sonra annem düştü, sonra yemek yedik, sonra film izledik, sonra eve gelince biraz üzüldüm yine. Yarın İspanyolca dersim var, çok heyecanlıyım. Çok kitap okumalıyım. Tırnaklarım boyalı olduğu için ayakkabı denemek daha güzel. Turuncu-mor-lame olmuyormuş bunu öğrendim. Yırtmaçlı bir tuvaletle oturduğumda da neleeer neler olabileceğini öğrendim. Pof. Pofidik. Pofidikus.