istanbul bende tutukluk yapıyor. diyeceğimi diyemiyorum, ya da demiyorum. unutuyorum, bilerek unutturuyorum. neden olduğunu da biliyorum sanki, istanbul'da her şey biraz daha gözüme bakıyor, biraz daha güvensiz kokuyor, biraz daha e? evet? diyor bana, ben de vazgeçiyorum her gün yeniden. prensiplerimden vazgeçiyorum mesela, prensip de neymiş diyorum, sonra prensiplerimden vazgeçmemden vazgeçiyorum, en iyisini yapmaya çabalıyorum mesela, ama en iyisinden de vazgeçiyorum sonra. yer yer bir kez daha deneyeyim, insanlıktan ne çıkar diyorum kendime, sonra söyleyeceklerim boğazımda kalıyor. bir bakıyorum benim dediklerim de benim olmuyor, hiç benim olmadı dediklerim gözümün içine bakıyor yer yer. uyuyamıyorum mesela, bir ay şehir gürültüsünden uzak kalınca uyuyacağımı da uyuyamıyorum. aklıma neler geliyor. hepsini teker teker düşünüyorum, değerlendiriyorum. kendi kendime tartıyorum, bakıyorum yatakta, sonra karanlık fazla geliyor ışığı açıyorum. ama ışığı açtığım odada da kalmıyorum, oradan defterime koşuyorum. defterim, burası. kendi çırpınışlarımı ilerde görebileyim diye tuttuğum kayıt. on sekizliğim de kalmadı, istanbul'da ehliyet gösterince kendini savunuyor abiler yaşı kontrol etmek bizim görevimiz diyor. biraz fantastik duyuluyor, odadaki yaş ortalamasını kafalarında kontrol ediyorlar, iradeleriyle on sekiz olmayanları on sekiz yapıyorlarmış gibi. bu ev bana insanlıklarımı hatırlatıyor, eski ve yeni, yanlış, kötü ya da enayi insanlıklarımı. güzel insanlıklarım da oluyor ara sıra, onlardan geriye pek bir şey kalmıyor çünkü burada tebessüm de edemiyorum çok çok. yalnız kalmak güzel oluyor burada, ama sonra olur olmaz insanlar konuşmak için yeşil bir ışık yakıyorlar yuvarlak, dilim çözülmez sanıyorum, iyi gelir; sonra gece iki olmuş oluyor ve kendimi tutarken buluyorum, diyeceklerimi demiyorum, insanlık diye de kendimi kandırmıyorum öyle zamanlarda. medeniyetmiş. istanbul bana medeniyetin çok sağlam bir rüya ya da çok kırılgan bir somutluk olduğunu hatırlatıyor. kompilasyonuma bakamıyorum midem bulanıyor yer yer, ama ay varsa açıp açıp okuyorum ve ağlıyorum hep. hissederek yazılmış bazıları, siyah beyaz olması gereken bir fotoğrafı renkten arındırmak gibi geliyor. bunları anlatıyorum istanbul'da, o bana yayın başlığı soruyor. ablam da sevgilisinden ayrılmış, ben de ona soramıyorum. yayın başlığı boşluğuna bakıyorum, bende tutukluk yapıyor, diyeceğimi diyemiyorum, ya da demiyorum; unutuyorum, bilerek unutturuyorum.
böyle kötü hissedişlere böyle espiriler yakışıyor, daha kalitelileri için iyi hissetmeyi bekleyiniz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder