Salı

What do you think the egg dream means?

Açık olan soda şişesini açmaya çalıştım, elim acıdı.

30 Nisan gecesi, mark you, defalarca parçalara ayrılarak son nefesimi kanlı verme riskini aldım. Hem de yine. Bu, riski 400% artırıyor. Bir uyuyayım da, yeni gün yeni umutlar getirir.

Pazartesi

Yalan Dünya

Hava artık sekizde kararıyor. Hava aydınlıkken yapacak bir şeyim olmayınca üzülüyorum, ama bugün pazartesi ve pazartesilerin ne anlama geldiğini hepimiz biliyoruz!

O izınt dis libıreyting. Pembe. Bir de, bugün Gould'un önünde kafamıza sonsuz çiçek yağdı, kafa derim alerji oldu sanırım. :( Mutfaktaki fareleri okumayabilirdim.


Aaa. Öyle böyle değil ve ben kızgınım. Ama bu çok zor bir şey. Kafam ölesiye karıştı ve parçalara ayrılıyormuş gibi hissediyorum.

Ve saatler sonrasının editi: dördüncü edit oldu sanırım. Eski fotoğraflara bakıyordum da, bir Benin'in düğünündeki halim, bir de develerle haşır neşir halim. Aaaah ah. Geceyarısından sonra bu beyinden başka ne bekliyorsam. Yalnız bir aylıkken koparılıp çölün ortasına atılacak olursan, beş yüz beyaz deve geyiği ne romantik düşünceler getiriyor, ne boş hayaller. Bir kolye ucu almışım ki yüz gram, yeşimleri de takamadım gitti zaten. Renkli kutuyu da dağıtasım var, hala pişman olmayayım diye bekliyorum. Salaklık işte ne yaparsın. Parçalara ayrılıyormuş gibi hissederken bile mantıklı olmaya çalışıyorum ne üzücü.

Pazar

Meheh

http://www.youtube.com/watch?v=WgFgYjWFH0Y

sabah sabah

Nisan sonu pazarı

Sıcak diye pencereleri açmamla beş sineğin salona doluşması bir oldu. Bütün kış bu anı beklediler bence. Komitmınt.

Bir de, bu sıkıldıkça çay demleme sadece demlemede kalmıyor, hepsini içiyorum da. Yarım litre su kaynatıp birazını demliğe birazını çaydanlığa sonra beş bardak çay içiyorum. Sıcakta da. Ama çat kapı misafir gelir, oturur, muhabbet olur...

Ha, bir de, çay içiyorum içiyorum sonra gecenin dokuzunda (evet, dokuz) uykum gelmiyor.

Cumartesi

Window shopping

Aaa yee
Ayaklarım ağrıyana kadar
Beynim sulanana kadar
Satılmamış elbiselerin tozu üstüme sinene kadar
İnatla ayağıma geniş gelen ayakkabıları deneyerek
Bugünü de atlattım.
Hayırlısı

Cuma

10:30

Çok heyecanlı bir fikir geldi aklıma. Yarın arabayla mı gitmeliyim acaba? Daha önce gitmiştim ama yanımda annem vardı ve çıkışında çarpmıştım. Ama yine de yapabilirim. Ama sanırım korkup arabanın yanından bile geçmeyeceğim. Hatta o kadar korkacağım ki bankta oturan insanların önünden geçip onlara fotoğrafınızı çekebilir miyim? diye soramıyorcasına kaçacağım. Ama fikir çok heyecanlı. Ramona benim hakkımda ne hissediyor bilmiyorum ve ben de onu delicesine özlediğimden emin değilim, ama yarın arabayla gitmeli miyim acaba diye merak ediyorum.

Perşembe

I'll step back while you go dance the greenback boogie

Çarşamba

Bir kız, iyi hissetmek için gerekeni yapmalı, ya da "Vamp"


Bugün piyano dersim yokmuş meğer

Salı tatildi. Salıların tatil olmasını seviyordum, daha da çok sevmeye başladım. Aslında yapmam gereken şeyler yok değil, üstelik cco bile Hadi kızım kalk ödev yap diyor. Eypide zaten ikinci dönem her şeyden vazgeçmişim, tarihin sınavları bitmiş... Eypide yazacak hiçbir şey bulamıyorum ve bu kötü bir şey.
Kafam rahatsız yeniden. Bir yun yumağı gibi oynanıyorum -evet- üstelik işten kovulma metaforunu yapmış olmama rağmen olay kendini tekrarlıyor. Gerçekten çok üzgünüm.
Bugün de bekleyerek geçti.

Salı

Froydiyen analiz-- yapmayacağım

Herkese anlattım ama bir kaydı yok-

Önce, rüyamda eline sıcak çorba dökülen korkutucu bir adamın beni öldürmeye geldiğini gördüm. Çorbayı ben dökmemiştim.
Sonra, arka sokakta yürürken arkadan gelip beni ensemden kavrayan korkutucu -ve muhtemelen tecavüzcü- adamın beni öldürmeye geldiğini gördüm.
Dün gece, araba kullandığım iki rüya gördüm. İlkinde, karşıya geçen köprü aynı zamanda su altından geçiyordu -ve nefesini tutmak zorundaydın- ve ben geç ve tehlikeli olmasına rağmen iki kere geçmeyi başarıyordum. İkincisindeyse -sanırım araba kullanmama laf ettikleri için, ama emin değilim daha iyi bir motivasyonum vardı elbet- rüyamda iki insanı öldürdüğümü gördüm. Uzun ince bir bıçak bedenlerinden geçtikçe onlar hiçbir şey demiyorlardı ve aniden donmuşçasına oturdukları halde geri yığılıyorlardı.

Ne olduğunu bilmiyorum ama içinde cinayet geçen rüyalar görmek istemiyorum artık. Bir buçuk hafta oldu ya.

Pazar

Ne tür sosyolojik suçlar işledim bilmiyorum ama

2009 Marttı. Saçlarım ıslaktı ama bizi priz kullanırsanız elektrik parası ödersiniz diye kandırmışlardı ve ben de saç kurutma makinemi kullanamıyordum. Rusya'ydı ve soğuktu. Sarhoş Güney Afrikalı çocuk bir şeyler demişti, pek hatırlamıyorum ama sonraki iki yıl dalga konusu oldu.
2013 Nisan. Daha konuşmadan bu çocuk Güney Afrikalı olmalı diye düşündüm. Nitekim öyleymiş. Londra'dan Mark. Highlight? I would say it was one of them.

Ohoooo...


TABANCA [1965]

Sigara içenlere ateş etmeyiniz
Evli bir kadınla rakı içerken
Rozet gibi göğsüne takmış cesaretini
Ben Mitridat’tan söz ettim siz etmeyiniz

Eski bir Osmanlı paşası gibi
Feodaliteyi süpüren bıyıklarıyla
İstanbul İstanbul uzakta
İstanbul’a ateş etmeyiniz

Tutalım yanılıp ateş ettiniz
Şeker Ahmet Paşa’nın resimlerini
Eski hececilerin şiirlerini bir de
Ben çok seviyorum siz de seviniz

                         Cemal Süreya

Mitridat VI, MÖ 1. yüzyılda Pontus Krallığı’nın başındaki yöneticidir ve efsaneye göre etrafındakilerin kendisini zehirlemelerinden korkmaktadır. Küçüklüğünden beri çeşitli bitkisel panzehirler geliştirip kullanan Mitridat VI, yaşlılığında kendini zehirlemek istediğinde başarılı olamamıştır. Geliştirdiği ‘mithridatium/mithridatum/mithridaticum’ (ya da Türkçede ‘mitridat’) adlı panzehir altmış beş farklı bitki özünden oluşmaktadır ve bir panzehirden çok her derde deva olan bir ilaç haline gelir. Tabanca’nın ilk kıtası da kalp acısına çözüm arayan birini anlatmaktadır. Sigara, rakı ya da efsanevi Mitridat aradığı çıkış yollarıdır. Kalp acısının nedeni aşık olduğu evli kadın da olabilir. İkinci kıtada, Osmanlı paşasının derebeylerine karşı aldığı tutumu “Eski bir Osmanlı paşası gibi/Feodaliteyi süpüren bıyıklarıyla” dizeleriyle ifade edilmiştir. Son kıtada ise yine Osmanlı’ya gönderme yaparak Şeker Ahmet Paşa’nın klasik kurallara uygun çizilmiş resimlerini ve Hececilerin klasik kurallara uygun yazılmış şiirlerini hatırlatmaktadır. Bu nedenle, ilk kıtada bir kalp acısı olduğunu düşündüğüm konu, modernitenin klasik kurallara karşı aldığı yıkıcı tutum olabilir. Bu durumda, Tabanca belki de İkinci Yeni’nin şiire getirdiği yeniliklerin yanısıra klasik şiire olan küçümser yaklaşımını da anlatıyor olabilir.

41 Doğumlu

Dün okulda İdil Biret konseri vardı.
Gelecekteki ben'e hava atayım dedim. Gerçi o ayakabılarla yürürken ayaklarım biraz mahvoldu ama. Bir de o elbiseyi çok seviyormuşum onu anladım. Bir de elde oje denilen şey beni aşıyormuş onu öğrendim.
Harika internetim bir kez daha içeriden çekmiyor. Ama olsun, çok memnunum. 
İşte böyle hayatta çeşitli şeyler. Bu akşamki 'Meet Your Classmates' tadındaki resepsiyon beni geriyor mu ne.

Cumartesi

Mavala

Milano
Las Vegas (şu an bende olan. Evet.)
Montevideo

Bunlar olabilir.

Günün alıntısı.1: "Bir saat içinde dönmezsem Alabama'ya git dayımlarda kal."-Rabırt Can
Günün alıntısı.2: "Su kütlesi"

Editor's Note: Her şeyden önce, yazar da benim editör de benim, ne komik Editor's Note yazmış olmam. Bir de, beynim o kadar hızla çürüyor ki.

Cuma

Veee

Babam da bana çok olgunsun aferin de fazla olgunsun napçaz dedi. Hayatta hiç yenemeyecekmişim gibi hissediyorum.

19 Nisan bir Cumaydı o yıl

İşten aniden kovulmak gibi aslında, bir gün geliyor ve artık istenmediğine karar veriliyor. O andan sonra kendini gelecekte nasıl gördüğün, o işe katabileceklerin, o işin sana katabilecekleri ve her sabah uyandığında işe koşmuş olman, they all fall irrelevant. O anda sadece işten kovulduğun bilgisi var ve büyümek de bunu aşabilmek demek bence.

Edit: Arada İngilizce bitirmişim cümleyi. Tüh.




Bir de Ko-ko-korku'yu okudum gözüm takılınca, insan isteyince kendini ne güzel kandırıyor. Bu aptallıktan kaçış da yok üstelik. Hayatın trajedilerinden biri bu ve ben iki ay sonra liseden mezun olacağım. Yedi yıldır dört gözle bekliyorum bunu ama kendini gelecekte nasıl gördüğün alakalı olmuyor işte.

Perşembe

Liste.8

Yandıklarım:
-Hays ile başka hiçbir derse giremeyecek olmam
-Lajam ile istediğim kadar konuşamamış olmam
-Massey ile bir daha konuşamayacak olmam
-ASL almamış olmam
-İlber Ortaylı ile entellektüel bir konuşmaya girememiş olmam
-Max'in yanağını sıkmamış olmam
-Kelly ile hiç dersimin olmamış olması
-Bir yılımı Lang'in derslerinde boşa harcamış olmam
-Twelve Angry Men'de kızgın adamı oynadıktan sonra hiçbir zaman oynamayı becerememiş olmam

:
This is just
self defense.

*
Bir de, doğum günümde giydiğim elbisenin ne kadar 'saran' olduğunu unutmuşum. Acayip sarıyormuş. Sarılıp sarmalanıp bir hal oldum. I think it's time for me to meet: the little black dress.

Çarşamba

Yıllık ödevimin aldığı aşağı yön


SAAT KULESİ [1985]

Nereden gelmiş bu denizsiz kente
Bu yaşlı martı
Konmuş saat kulesinin üstüne
Öyle bir zamansızlıktan izliyor beni
Çağırsam hemen çıkıp gelecek, biliyorum
Çok eski bir oyundan kılıksız bir haberci gibi.

Her şey yitip gidiyor
Üstelik bu akşamüstü saatlerinde
Şu akarsu ne kadar eski
Oysa yepyeni görünüyor ikisi de.

Şakalaşmakta zamanla saat kulesi.

                              Edip Cansever

Saat Kulesi, bir martıyı izleyen anlatıcının ağzından yazılmıştır. Denizsiz kentteki martı, “Eskiden buraları denizdi, o yüzden burada martılar var” söylemini çağrıştırmakla beraber yersizliği belirtmektedir. Hem saat kulesi, hem de zamansızlık bir ‘süregelme’yi anlatmaktadır. Martılar anlatıcıdan önce de vardı, anlatıcı öldükten sonra da var olmaya devam edecek. Aynı şekilde saat kulesi, anlatıcının ömrünün, evrenin varoluşuna göre kısalığının yanında o ömrün ne kadar hızlı geçtiğini de hatırlatmaktadır. Bu durumda martı, zamansızlıktan ya da sonsuzluktan gelerek anlatıcıya ölümlülüğünü haber veriyor olabilir. İkinci kıtada ise anlatıcı ölümlülüğünü ve belki de ölümünün yakınlığını hissetmektedir. Anlatıcı dünyaya –göreceli olarak- yeni geldiği için gördükleri de yeni gözüküyor, ancak gördüğü akarsu yüzyıllardır orada ve bunu anlayınca anlatıcı kendi geçiciliğini bir kez daha anlamış oluyor. Şiirin son dizesi de, kendisine zamanı gösteren saat kulesinin anlatıcının ömrüne göre çok daha uzundur var olmasının kendinde yarattığı alay edilmiş duygusunu belirterek şiiri sonlandırmaktadır.

Sepette meyve getirmişler,

içinden yılan çıkmış.
Ne kadar basit değil mi? Oysa bu öyküyü dinlediğimde, küçükken o sepetteki meyvelerin tazeliğini ve sululuğunu, yılanın dilinin kırmızılığını, ölen kadının romantiklerden de romantik, sessiz ve yumuşak ölümünü anbean (Böyle bir söylem gerçekte var mı? Varsa, nasıl yazılıyor?) hayal ederdim. Kadının uzun kahve saçları vardı. Oryantalist (specifically referring to a general patronizing Western attitude towards Middle Eastern, Asian and North African societies) bir yaklaşımım olduğundan, açık yeşil bir şalvar giyerdi. Gözleri koyu kahveydi ama yakından bakınca aslında içinde bal rengi de olduğu gözükürdü. Burnu kavisli kaydırak gibi, dudakları vişneden de kırmızıydı. Küçük bir Derya'nın tüm cahilliğiyle hayal ettiği bu kadın ne de kolay ölmüş. Onu kapatması ne kolaymış. Yılan sokmadan önce güzel meyve yiyebilmiş midir acaba?

Bir de biraz önce çenem titreyince aklıma geldi: Bazı şarkılar çok 'empowering', onları bağıra bağıra söyleyince daha iyi hissediyor insan. Şiir incelemek yerine internetten mendil bakıyorum ama turuncu ya da mor olup da indirimde olan yok gibi gözüküyor. Ama her neyse, bu yaptığım zaten kendime güçlülüğümü, or rather 'güçlülüğümü' kanıtlamaktan ibaret, o yüzden şimdi her şey iyi. Köprü de turkuaz olunca ne yapılır biliyorsun. Şimdi onu yapmaya gidiyorum.
-Vazgeçtim, "bu kadar melodrama yeter ben iş yapayım" diyerek bunu da sildim listeden.

Bir de, aniden fotoğraf çekmeyi bırakmış gibi hissediyorum. Niye böyle hissediyorum bilmiyorum. Aniden fotoğraf çekmeyi bırakmış gibi diye bir his var mı ki? Ama aynen böyle hissediyorum.

Çok ihtiyacın olan bir şey aynı zamanda çok tehlikelidir ya bazen. Aslında House'u bitirdiğim gece Wilson'ın tümörü küçültmek için radyasyon ve kemoterapiyi aynı anda vermesi gibi. Neyse, topun geri sekmesi de böyle bir şey.

Salı

Arabesk

Ne sıralı yaşıyorum yahu. Günün sonunda elinde kalan, sakız çiğneyip burnunu silen bir büyük adam ne de olsa, şakakları beyaz, yanakları sarkık ve gözleri de-

İnsan böyle zamanlarda ablasının değerini biliyor ne diyeyim. O biliyor çünkü nasıl bir şey olduğunu. Onu da hasret çarpmış yandan, geri dönmeli mi onu düşünüyormuş. Ne güzel şey paylaşabilmek, değil mi? İkinizin de aynı kası ağrıyorsa hele.

Belki de bigger man sözcük öbeğinin bigger man olma nedeni, erillerin daha çok bigger man'e ihtiyaç duymasıdır. Meybi its rivörs seksizm end dey dont ivın nou.

Pazartesi

15 Nisan

Bugün bir pazartesiydi, ben perşembe sandım. Bugün sadece bir poğaça yedim ve hiç acıkmadım. Mezuniyet masası seçmek ve bilet almak oldukça sıradan ve kötü bir deneyimdi. Neyse ki piramit şeklinde mumlarım var.
Tirilye'de Sarı Zeybek içmiştim mis gibi, şimdi Yeni Seri biraz sert geldi.

Cumartesi

Üniversite konuşmaları sonrası

Sorun şu ki, eğitimle ilgili bir şey okursam Türkiye'de hayatta kalamam.

Cuma

Tarak

Tırnak törpülerken insanın düşünebileceği çok şey varken, ben hep beni çok üzenleri düşünüyorum.

Perşembe

Bu yazının devamı geldi:


Episode, korkmadığımız ya da korkmamamız gereken şeylerin aslında bizi en çok korkutan şeyler olduğunu söyleyerek başlar. İki caz parçası arasında bir ölüm haberi almak da topluma yabancılaşmanın ve giderek duygusuzlaşmanın bir örneği olarak gösterilebilir. ‘sütlü kahve’, sıradan ve günlük bir şeyin üstünde düşünüldüğü zaman yaşamın anlamsızlığını gösterebildiğini anlatmaktadır; çünkü düşünürken önemli olan bilinçaltımızda sıkışmış olan korkulardır ve sütlü kahve gibi basit bir şey bile onları açığa çıkarabilir. Bu bölümü aynı zamanda sosyal bir eleştiri olarak da görebiliriz. Şiirin yazıldığı zaman göz önünde bulundurulursa, “batı” veya Amerikan kültürünün getirdiği değer yitimi ile birlikte, politik çalkantıların vatandaşa her gün yaşam korkusu aşılaması da bu tür korkuları ve anlamsızlık duygularını beraberinde getirebilir. Episode, bütün bu korkunçlukların birleşip yaşamı anlamsız kıldığını söyleyerek biter, ancak ölümün anlamını da sorgulamaktadır. Varoluşsal sıkıntılar bu noktada oldukça açıktır.
Koro, sevdiğiniz insanlardan beklemediğiniz halde, bir gün onları da toplumun geri kalanı gibi sizi soğukça yargılarken bulabileceğinizi söyleyerek açılır. Bu bir çeşit değer yitimi olmakla beraber, daha çok yalnızlık ve yabancılaşma duygularını vurgulamaktadır. Yıkılmayacağına güvendiğiniz, sağlamlığını eskiliği ile kanıtlamış bir duvarın yani ailenizin yıkılışını görmek de karamsarlığı yineler. Üçüncü kıtasında, sıradan ama fena olmayan bir günün başlangıcı anlatılır. Bu kıta diğerlerine göre daha umut dolu gözükür ancak yine de içinde yalnızlığı barındırmaktadır. Bir sonraki kıta ise ani bir kurşunla öldürülmeyi anlatır ki, kişinin beklentisinin aksine ölümü de yaşamı kadar sıradandır. Son kıta yine o sabahın anlatımına dönerken yaşarken, ölürken ve öldüğünde insanın yalnız olacağını vurgular.
Ağıt, ölümün anlamını sorgulamaktadır. Yaşamın anlamsızlığı, ölüm bir kaçış olarak görüldüğünde çekilebilir ancak bir önceki Koro bölümü, ölümü de anlamsız kılarak okuyucuyu tekrar bir ruhsal açmaza sokar. Koro Başı da geriye kalan insanların yabancılaşarak robot halinde anlamsız bir yaşamdan sonra anlamsız bir ölüm bekleyeceklerini haber vererek şiiri sonlandırır. Tragedyalar III bence; yalnızlık, bunalım, değer yitimi, yabancılaşma, varoluşsal sıkıntılar, kaçış arayışı ve ruhsal açmazı anlatan en iyi şiirlerden biridir.

Perşembe haftanın dördüncü günüdür

Yanlış kararlar verdiğim zaman düzeltmenin ya da onlarla yaşamanın bir yolu olduğunu biliyorum. En azından umuyorum, bu umudu da elimden almasınlar zaten. Ama olduğum kişinin, olmakla rahat olduğum kişiliğimin birçok kez yanlış veya eksik olmakla kalmayıp utanılası olduğunu duymak kalbimi kırıyor. Çünkü hayatta sadece rahat ve mutlu ve huzurlu olmak yok, ama bu korkularımın da geçersiz olduğunu duymak istemiyorum. Doğrusu buraya ne yazmak istediğimi de bilmiyorum, kim benden ne bekliyor ve beklemekte ne kadar haklı onu bile şaşırmış durumdayım artık.

Çarşamba

Asıl konuya hiç gelmedim değil mi bugün?
Bugün, ne yapacağımı bilmemekten utandığım o günlerden. Ne istediğimi bilmemekten utanıyorum.
Piyanomun başında bağırarak konuşan yaşlı kadın da sordu bana:
-Ne okuyacaksın?
-Daha belli değil, ikinci yıl belli olacak.
-Tamam ama ne okumak için gidiyorsun?
-Belli değil.
-Ama sen ne istiyorsun?
-O da belli değil.
-Hayır canım içinden ne geçiyor yani?
-Psikoloji olabilir...
-Hah çok güzel.
-...edebiyat olabilir, matematik olabilir, fizik de olabilir...
-(3. kişi) Ama mühendis olmak istemiyor.
-A neden? Robertli değil misin? Çok iyidir senin fenin.
-Yani istemiyor ama.
-A aa. Peki.
Bu yazının devamı vardı ama bu diyalogu aktardıktan sonra yazmaktan vazgeçtim. Utanıyorum işte. Hayatımın kolaylığından utanıyorum.
Karıncıklarım kulakçıklarımdan ayrıldı bugün.

The Homeless Pencil

Görüntüyü değiştireyim derken yine renk seçimim berbat oldu. Dönünce artık.

Salı

Ko-ko-korku

Nasıl anlatsam nereden başlasam diyesim var. Nitekim kafamın içi de bu sözlere çok müsait.
Ben deli değilim. Bunu derken demek istediğim, benim ya da başkası tarafından belirlenmiş herhangi bir normla karşılaştırıldığında akıl sağlığımın/dengemin -ki farklı iki kavram olduklarını düşünmeye başladım: denge olmadan sağlık oluyor ama sağlık olmadan denge olmuyor haliyle- ortalama olduğu değil. Demek istediğim, bir süredir -uzun bir süredir- yaşadığım inişler ve çıkışların öncesinde ve aralarında yaşadığım, kendi 'genel'imden şaşmamış olmam.
Peki ya şu an olan ne? Dikkatim bir şekilde dağınık olduğu zaman, daha doğrusu odaklanmayı başarabildiğim bir şey olduğu zaman gayet iyiyim. Elbise, ayakkabı, lens ya da dizi gibi düşünce gücü gerektirmeyen şeylere odaklandığım sürece sorun yok. Altı ay içinde olacaklarla da aşağı yukarı barışmış gibi hissediyorum, en azından şimdilik barışabileceğim kadar uzakta gözüküyorlar. Peki, aslında bu dediklerim altı ay sonra olacaklara hazır olmadığımı gösteriyor pekala ama kendime açıklayabildiğim bir düşünme-üzülme döngüsü içindeyim ve bağımlılığının farkında olmayan çoğu insan kadar ben de istediğim zaman bırakabilirim diye düşünüyorum. Ama iradem eskisi gibi değil.
Ya da yeterince isteyemiyorum daha. Düşünmemekten beynimin çürüdüğünü hissetmemle beraber, bedenime iyi bakmadığımı da görüyorum. Geçen çarşambadan beri ev yemeği yemedim mesela ve hayır, zamanım olmadığından değil. Ve bu bıraktım gitti kafalarından çıkmam gerektiğinin de farkındayım.
Neden yapamıyorum bilmiyorum. Olacağını beklediğim bütün kötü şeyleri düşünüp artık üzülmeyebilmek istiyorum. Ramona'dan korkmayabilmek istiyorum. Yeniden yürüyebilmek, yeniden piyano çalmak istemek istiyorum. Şu lanet olası zorunlu kitapları bırakıp gerçekten düşündüren kitaplar okumak istemek istiyorum. Gezmek ve İspanyolca arasındaki seçimimin kolay ve doğru olmasını istiyorum. Her şeyin er geç güzel olacağını duymak, kendime söylediğimde inanmak, bir kez daha duymak, sonsuz kere duymak istiyorum. Geç olursa bunun sorun olmadığını duymak istiyorum. Yapabileceğimi duymak ama daha önemlisi duyumsamak istiyorum.
Ben deli değilim, korktuğum düşünceleri dışarı çıkmayı başarabildiğinde dışa vuruyor bazen, o kadar.

Pazartesi

Lanet olsun

Annemle konuşmaya çalışıyorum beni anlamıyor.

AAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAA

Now you can have your phone and eat it too

http://procatinator.com/?cat=34