Daha çok neden daha önce düşünmediğimi ve yiyecek zevkinin nereye kadar gitmesi gerektiğini sorguluyorum. Çoğunlukla ''Bu dünyaya yemek için geldim.'' diyenlerdenim. Buradaysak ve ulaşabiliyorsak güzel tatları geri çevirmenin alemi yok.
Ancak şimdilerde sorguladığım şey, yazarın kelimeleriyle ifade etmek gerekirse: ''[I]s your refusal to think about any of this the product of actual thought, or is it just that you don't want to think about it? And if the latter, then why not? Do you ever think, even idly, about the possible reasons for your reluctance to think about it?'' (Wallace 254)
Balığın canlıyken yarısını kızartıp yiyenleri duyunca bunun insanlık dışı olduğunu ve asla böyle bir şeyin parçası olmayacağımı düşündüm. Hani çok küçükken, yediğin etin aslında resmini gördüğün hayvan olduğunu anladığın zamanki ilk korkun gibi.
Tabi bu ıstakoz ikilemi, daha çok dünyada hiç durmadan olmaya devam eden kötülükler -kötülükler diyorum, sanırım daha güçlü bir sözcük kullanmaya ya da herhangi bir yerden sıralamaya başlamaya bile tahammülüm yok, ne acı- konusundaki istemli düşünmeme eyleminin bir parçası. Ve bu da bizi daha büyük bir soruya getiriyor. Olmaması gereken her şeyle savaşma gücünü nereden bulabiliriz ki?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder