Cumartesi

seal 2007'de bütün şarkılarını heidi klum'a söylemişti ya hani. kızlar dönüyordu etrafında da onun gözleri bir tek heidi'yi görüyordu. aaaaaaaaaaaaaah ah.
bunu da alın
evde yat yat sıkıldım
hala da bileğim acıyor
allambennaptım

Cuma

fotoğraflarıma bakıyordum da, temizlemesi on ikinci sınıfta daha kolay olmuş. neden acaba, anlayamadım gitti.
başlıksız yayın

Perşembe

başlıksız yayın gibi hissettirdi
valla

Cuma

e, herkesin bir pazarı var

Pazartesi

how many roads

Peki ya bu üzüntüm finallerden gelmiyorsa diye düşünmeden edemiyor insan. Ne çabuk değişiyorsa kafam, bu sabah karda yürürken ne güzel olduğunu düşünüyordum. Sonra birkaç mateamtik sorusu çözmeyi beceremedim ve gelin görün moralim nereden nereye sürüklendi. Bugün ne olduysa bana, bir an aman canım matematikten de bildiğim kadarını yaparım, e ne olacak diye sekerken yerimde, bir baktım arkadaşımın seneye bu okula döner miyim, dönerim ama ara vermek lazım deyişlerine kafa sallıyor, yahu ne yaptığımı ben de bilmiyorum, e karar vermekten de kaçındıktan sonra, nedir yani ben bu dersleri almaya devam etmek istiyorum ama hayatımı ve daha önemlisi kendime güvenimi bu yolda harcamak değer mi dediğimi duydum. O değil, günlerdir beraber çalıştığım (hadi onu da bırak sosyalleştiğim, kendimi aşarak sosyalleştiğim) bu insanlar bir yandan niye yok canım yaparsın kadar nazik değiller? Hangi ders? Ha yaparsın ya o ne ki hebelehöbölö. Tamam belki öyle, derim ki mutlaka öyle, ama dokuzuncu sınıfa gidip de dokuzuncu sınıf matematiği kolay demek gibi bir şey. Duy fonksiyonu duy kuadratikleri sonra kolay de. Bebeğim nedir bu arkadaşız ama destek asla politikası. Aşk hakkında-- diyordum da, aşk mı? Ne alaka bugün şimdi. Kafede ders çalışırken son dokuz buçuk saattir, en fazla Artisto ne demiş Clytemnestra ne yapmış olabilir muhabbetimiz. Ya o ya da buradaki tabiri caizse kıçı kırık süzme (süzmeme) yoğurt nasıl nerede neyle yenir yanında ne içilir hangi şarap balıkla hangisi etle içilir. Deli de değilim yanlış anlama, çok konuştum ama daha çok konuşasım var bu aralar. Beyin kusmalarım iyi güzel, yakınlık da kuruyor arkadaşlarımla ama yok o eskinin beyin kusmaları artık. Varsa yoksa gül geç bebeğim aman bugün böyleyim kusura bakmayın ah şekerim finaller hahayt. Çok müzik dinledim ama hiç müzik dinlemiyorum amca. Ya da demeliyim ki eskinin bayramları. Onu da demeyeyim, özledim bile demeyeyim, hadi anksietelerim bile olmasın. Ayaklarım üşüyor, ellerim çatladı, dudaklarım desen hohooooooooo canım. Bütün bunları geçelim de iki dolara ayakkabı almak gibi olsun hayatlar bazen. Bulmak ve almamak belki de. Bazen düşünmek elde değil ki ben, sen, o, biz, siz, onlar, kredi kartı borcu içinde yüzmek için varız çünkü dünyayı kurtaracak olan adam kansere kür bulacak olan bir ekonomist. Düşündükçe risk seven gözlerini yiyeyim diyesi geliyor çeşitli insanların. Bir şey diyorum, bir şey diyorlar, sonra ne dediğimi düşünmüyorum bile geçip gidiyor zaman. Bir bakmışız kaç hafta? on bir olsa gerek- on bir hafta olmuş ve ben buradayım, biz buradayız ama ne zaman ilerlemiş ne ben ne de buradaki yaşam şekli. Önüne gelen tütüyorsa bir de-- yahu bırak bunları azizim gelip ana avrat küfredip gülen giden bir kız var onu niye seviyorum. Bana neler oldu diye sorabilirsiniz ama sormayın bayan. Teoman falan da yok, hüzün müzün değil ama bir dolu kendine güvensizlik--- o bile değil sadece matematik yapamamak olabilir. Odaksız mıyım? Lens istedim ama gelince çok pahalı olacak gibi hisler var içimde. Ellerim, ellerim çok çatladı. Krem sürünce yanıyorlar bir süre. Çok süre. Kırmızılık ve sabaha kadar sıcaklık çok. Polar battaniyeler altında, hem çok ağır, eve dönerken ne götüreceğimi falan düşündüm dün gece. Kafam kadar da saçma sapan rüyalar görüyorum o başka. Peki ne gerekiyor sormak için diyeceksiniz anne. Ne gerekiyor? İnanın bilmiyorum. Ellerinden öpeceğin o teyzenin ellerinden öpmesi gibi bir his. Ben ne yaptım dedirtiyor insana, bir yandan da vay be ben ne yaptım diye düşündürüyor. Velhasıl bugün yeni yumoş deyimimle ebe kadar ebe dedim, ebe kadar burada kaldım, ebe kadar sinirim bozuldu, ebe kadar ebeler oldu. Komik diyeceksin, bugün hiç müzik dinlemedim. Çilek dudaklı kızlar vardı onlara biraz baktım, çiçek pantalonlu gençlerin gülerek sekmelerini izledim biraz. Kiraz yanaklı Melinda (yok öyle biri?) gözlerimi kaşırken baktı bana ve dedi ki: Gözlerinde bir şey yok çaykız, hissettiğin şey parmağının üstünde.

Pazar

Cuma

bu

http://www.youtube.com/watch?v=QvuKX0KvKUY
nasıl anlatayım,
sırada bekleyip bekleyip son anda
siparişini başkasının alması gibi.
aaaaaaaaaah ah

Perşembe

it's called independence!

o değil de s.
çok garip bir derslerin-son-günü idi.
o değil de m.

Cuma

I can't get enough of you baby, can you get enough of me?

Çarşamba

ouhahahahhahaha çıktığınız vitesle ininiz hahahahahhaa cenkerdem

Pazartesi

kar yağıyor!

kendimi
fatih ürek'in 'haydililili' şarkısını şiir olarak okusak ne komik olurdu
diyerekten güldürdüm.
ilahi ben. ne komik adamım ara sıra.

*

ama gmail'de draftleri kaparken altta saving... saved yazıyor ya, her seferinde bunun daha büyük bir anlamı olabilir mi yoksa inanç sistemlerimiz elektronik ortama mı sevk ediliyor diye düşünmeden edemiyorum

*

o değil de e.

Cumartesi

-9 derece

ama ben burayı, bu insanları...
...sevmeye başladım?
VALLA?

Pazartesi

dust... the thirsty brother of the mud

o değil de p.

Pazar

umm, piggybacking off of that, like, uh, what is a sunday?

sarılmak, uyumak. penguen oyuncağı gibi.
cumartesimin quoteu: "just a quiet girl trying to do her school thing"

Perşembe

günün düşünceleri

hayatın anlamı ne? gerçekten. güneşin zamanının yarısı dolmuşsa zaten, ve biz de bizden büyük bir taşın üstünde noktalarsak eğer. ve her gün uyandığımızda farklı şeyler hissediyorsak ama hissettiklerimizin anlamında da bir tutarlılık yoksa.

bundan sonra ne var? biraz sonra ne olacak? değdi mi? değecek mi? değer mi?

keşfedelim birden çok şeyi. ama yine de rahat hissedelim. keşfetmek ve keşfetmemek çok fark etmesin. farkı kaldırabilelim.

hava gittikçe soğuyacak ama kalbimiz hava durumunu takip etmek zorunda mı? kalp dediğimiz nedir? bir organ bir konsepti temsil ediyorsa, bir konsept de bir organı temsil edebilir mi?

PERŞEMBE NEDİR?

babam böyle çilekli pasta yapmayı nereden öğrendi?

Pazartesi

ALLAHIM BEN NE YAPTIM

edit: when you're down is when you find yourself

Pazar

urlde bir harfi yanlış yazınca gospel songs church website çıkar ya bazen

ayol hatırlamaz mıyım tarçınlıgrünteyi

Cuma

We are fools to make war on our brothers in arms

Pazar

cumartesi şikagosu

2 Kasım'a kısmetmiş. 200 gün kadar. 4800 saat. 50000 gözyaşı.

Cumartesi

bir de 559c

aşkımsın karanlıkta sahile inmek
turuncu-beyaz ışıklar aşkımsınız
ve aşkımsın kalbimin camdan atlaması

*

şimdi, bugün, evimden çıkıp bilet almaya gidemem. otobüs durağında saatlerce bekleyemem. belimi kırarcasına yolculuk edip dövülmüş ama minnettar inemem otobüsten. minibüs dolmuş arayışında kaybolamam. istesem gıcık olamam bakışlara. günün, gecenin, yolculuğun, şüphelerin ve delirmelerin sonunda deniz kıyısına varamam. kendimi bırakamam yere, içimden geldiği gibi ağlayamam. hadi ağlamak olmasın, oraya ulaştığım için gülümseyemem bile. ayın aynı yüzünü görebilirim belki ama aynı rengini yakalayamam küçülmeden önce. telefonumdan sesini dinlemeye çalışabilirim belki ama duyamam. uzansam, çok uzansam, yetmese kalkıp binlerce adım atsam bile dokunamam. ben. bugün. istesem onu bulamam. koklayamam. sinir uçlarımın birer birer kendini bırakışını duyamam. ay ışığında deniz kenarı mı? yok ama size gri bir gökyüzüyle göl kenarı verelim?

not: o kadar kötü hissetmiyorum bile. tramvay resmi gördüm, ne hikmetse çeşme'de olmak istedim sadece.
ayol nereden çaldığımı bilmiyorum

bir not daha: gri bir mayıs pazarıydı blogu açtığımda. oysa şimdi kasım ve cumartesi. niye mi hatırladım? gök şimdi çok benzer ama çok farklı bir gri

yine bir haftasonu ve işler güçler

orada bir kadın var, kadının içi dapdar, beyni başı patlar, kendinden geçer...

o değil de m.

Çarşamba

Grafi 2000de Magara adamlari olan bir telefon reklami vardi. Orada adam sana daaaa telefonuna daaaa dinazoruna daaaa diyordu. Hah iste tam oyle hissediyorum. Allahim Ben ne yaptim?

Pazartesi

incoy

mutlu hissettiğim bir günün sonunun kötü bitmemesi için çok çabalıyorum baba!

gerçekten, neye benzerdi reklamsız?

Cumartesi

no gates or barbed wire

you can tell me your troubles, I'll listen for free
regulars trust me it seems
you can come and see uncle
to get through the week
leave your pledges with me to redeem
some folk sell their bodies, for ten bob a go
politicians go pawning their souls
which doesn't make me look too bad, don't you know
me, with my heart full of holes

demiş mark knopfler

o değil de f.

Çarşamba

BU YAZ KARACİĞERLERE VEDA!

ben burda bu hafta

asfaltını seveyim istanbul'un! yine haykırmıyorum yeteri kadar. ünlem koyuyorum sonuna. ne bileyim, çok özledim işte.

when every little thing anticipates you der gibiyim. ne ara böyle melankolik oldum ki, hani iyi gidiyordu? haftasonunu dört gözle bekliyorum.

not so fast junior

Salı

:(

we don't like accidents, major or minor

Pazartesi

don't crash the ambulance, whatever you do

dün gece yastuğumde saçlarunlen uyudum diyor fatih yaşar.
aferin, desin.
sen de vur ciğerim. müstahak herhalde.

aslında noooo pıroblem

Pazar

o simsiyah nefessiz günlerden

düşününce akdeniz ne çabuk aşık oluyor
bu kıta ise sosyal ağ flörtü gibi

*

sokak tabelalarını özledim senin!
tek yalanım bunu daha sık haykırmayışım.

fark etmişsindir, yavaş yavaş evime dönüyorum 'küçük İskender'. ama bu kez hissedebilmenin özentiliğiyle değil de hissedememenin acizliğinden varıyorum limitine. bir sürü ünlem koyuyorum cümlelerime hissedemediğim belli olmasın diye. satıyorum öylesine, satıyorum bu rolü gelen geçene. müzik bile dinliyorum, dinlediğim müziğe eşlik ediyorum hissettiğimi düşüneyim diye. içim dışıma çıktı türkçe şarkı dinlemekten. burası çok hissiz be oğlum, artık kızmıyorum da. sinekler heyecanlanmıyor bile, fikrini seviyorlar (şıkıyorlar belki daha çok) yüzüne baka baka. hepsinin de gözü yeşil niyeyse. ne o, hayata hazırlanıyorum ben de. böyle hayatın... nasıl işlediğini yeni öğreniyorum.

bir çiğ tanesi, bülbülün çilesi, annemin sesiyle güne uyansam

çıldırıyorum allahım! 7 konsekütif saattir -beklediğimden çok daha verimli şekilde- kütüphanedeyim ve yarına olan işlerim bitmedi.
çıldırıyorum! üstelik cumartesi de iş yaptım.
çıldırıyorum! cuma gecem de essayle geçmişti.
ya yok çıldırmıyorum kanka iyiyim şaka şaka

ironiyle devam edelim: gerek yok poetikaya (see above)
bir de kütüphane sevgililerimin hepsi mi tırnak yer kardeşim. huffington post'tan tırnak yemenin zararlarını okudum öğrendim artık

*

"gönülden bana uzanacak dost elinin delisiyim"

-bana yazılmış gibisin
dedi. (bugün birden fazla postmamak için çok çabalıyorum)

***driving long nails into coffins: işim yokmuş gibi beş yıl öncesini okudum. ne güzelmiş bana yazılmış gibi olmak

Cumartesi

gevende dinliyorum

uzaklarda gün doğuyor!
doğdu.
burada gece boyunca gönül çekmelerim sıralanıyor.
hayırdır.


*

insan bir günde kaç farklı postabilir değil mi ama

bizlerin bizlere oyunu bu

radyodayanıkiçlibirkemanağlasanihavendacemaşiran

0

0damda tek başıma demleniyorsam eğer bi bildiğim vardır değil mi

la si do la fa

bu sabah depreseler içinde uyandım

öldürmüş masumları

*

kalbi kenti sevmiyor:

elbette gidiliyor! başka hayatların kapısına dayanılacak!

BU YÜZYILIN UZAYI ÇOK KALİTESİZ, TANRILARI UCUZ HAKLISIN

yarım saat sonra öleceğiz farkındayım!

ressam, sert bir öpüşmeye batırıp bırakacak fırçasını

ağlıyordur denize bakan kırık bir pencerenin kenarında

kimseye sezdirmeden kurulayacaktır kirpikdiplerini

-küçük İskender

***
derler ki bu gece
o değil de insanlar büyüsün istiyorum tüm büyünecek yerlerde. insanlar büyüsün istiyorum büyüdüklerini düşündüklerinde. eah bea diyorum yeter hadi nolur,
gökten yağmur gibi
liselilik yetsin artık.

Çarşamba

delisin delisin

hiç düşündün mü,
kıymalı makarna derken aslında
kıymalı! makarnaya


*[*]*

baba,
bu hiç bitecek mi?

bu da son edit olsun: elinde kalan o son fotoğraf da seni heyecanlandırmayınca artık silmenin zamanı gelmemiş midir ya el hubb

Salı

Türkçe... Faruk Eczanesi

kıskançlık, ömür boyu.

inklusifnıs ve eksklusifnıs terimlerinin tanımlarını daha çok düşünmem gereken günler yaklaştıkça-- çok aralıklı patlamalardan oluşan bir indifırıns görüyorum kendimde.

ha bir de vestırn vey of tinking vestırn vey of tinking diye gelip geçene küfrettiğim şeyin aslında akademik düşünce olabileceği (kabul etmek istemiyorum, bunun tek yol olduğuna inanmak istemiyorum!) geldiğinde aklıma, intuitiv şekilde bilmedikleri şeref konusunu (Iliad) sıradan (kıskandığım için mi sıradan diyorum) bir sosyal analizde boğmak: işte aslında boğmak olmayan şey bu ve sadece fark etmem gerekli. yahu ben mi yanlış yapıyorum bu batılıların hepsi aynı şeyi söylüyor dediğim zamanlarda, benim değil yanlış, yapamıyor olduğumu anlamam gerekli. ve hiçbir zaman en iyisi olamayacağım ama çok sevdiğim bu matematikayı öğrenme prosesini belki de kucaklamalıyım, kaçmalıyım tüm bu sosyal bilimlerden ve grafikli düşünme yönteminin kölesi olmalıyım hayatım boyunca belki. belki ancak böyle sevdiğim ama akademik anlamda geçersiz intuitiv normlarla yaşamayı sürdürebilirim.

derslerin üçüncü haftası. balayının sonunda boşanan çiftlerden olmayalım da, zaten burada benden bir şey olmayacağı belli. 
insanlarını sevdim yalnız, insanları iyi.

tabi alaçatı'da etrafımızda dolaşan sinekleri buradakilere tercih ederiz. kağıt shot bardağından üstüne votka döken sinekler, her ne kadar artikülıtnıslarıyla kalbini çalmaya çalışsalar da kumun, bodur çalıların ve sualtının naivitesi yok onlarda.

üst sınıflarımın benden küçük yaşta olması güzel bir his değil. elbet bir havamız oluyor ama okuyamadığım açık yeşil gözler zaten güvenilmez, bir de aynı yaşta olmuyor mu, orada bitiyor.

despırıt atempts

yalanımın sonu yok lan.

'I just realized that I left a big part of the rakı culture when I was telling you about how to drink it. You cling rakı glasses too when you say cheers. The word for cheers in Turkish is 'şerefe', which literally means that you are drinking to honor (this contributes to the whole rakı being a heavy drink.) (I just realized I could easily write an essay on this.) There are two ways of clinging rakı glasses. Both result in the glasses clinging twice and not once. This also means that while clinging, glasses should be on the same level (I believe there is a respect aspect to this.). One way is that you hold the glasses from the top and swing them in such a way that their bottoms cling twice. The other way (the way I learned it) it that you hold the glasses from the bottom (which is supposed to be the heavier part of the glass) and cling the thinner parts-without breaking them. Another thing about clinging rakı glasses is that you do it only once in a meal, and after you cling them, you also put them on the table before drinking to remember those who are not with you.' 2:15 am Tuesday Oct 15

canım öylesine fıstık ezmesi çekti ki 

Pazar

istanbul'daki evimi düşünüyordum

kendini gülümserken yakalamak kadar aptal hissettirici şeyler varsa da dalıpgitmenin gözü kör olsun işim oldukça.

bugün ne giyiyoruz osman abi

Cumartesi

E bravo

5%: OKS gibi oldu. Hangileri özellikleri değildir'i hangileri özellikleridir diye okudum, İspanyolca ödevimi 'Kaydet de git' değil de 'Al anam'a basarak batırmış oldum.

childlike zeus

ayol telefonu eline alıp da yazmaktan vazgeçmek benim derdim

açıklayamadıydım açıklığa kavuşturayım dedim (cümlelerimin içinde kullandığım İngilizce sözcük gruplarının gözü kör olsun)

p.s. o peyçek gelene kadar haftasonları kahvaltı muz öğle yemeği bagel akşam yemeği partide fıstık

*

en önemli şeyi atladım yine. pazartesi-çarşamba 8-11 am in da preschool.
amerikaya geldikten sonra rom içmeye başlayan

edit:
dün gece, şarkı sözüyle anlatmak gerekirse: wake me up when it's all over

Perşembe

türk yemeği ve düzelen moral

" this lady be in need of accompaniment know w'i'm sayin' "
olurdu herhalde günün alıntısı

Çarşamba

bazen bilmeyerek ne yaptığımı

bazen isyan edip yalnızlığıma, sana karşı ince bir sitem içindeyim. demiş.
ben de biyolojinin bitmez tükenmez işlerini yaparken okumadığım iliad sayfaları bana karşı ince bir sitem içinde.
ya da iki yıl önce öğrenmiş olduğum ama hatırlamadığım calculus konuları.

ne yaşlandık. LAN.

p.s. book 6 just made my frikkin heart frikkin ache.

son editim: do not say the moment was imagined, do not stoop to strategies like this, as someone long prepared for this to happen, go firmly to the window, drink it in, as someone long prepared for the occasion, in full command of every plan you wrecked, do not choose a coward's explanation, that hides behind the cause and the effect geç bulduğum tavsiyeler

Pazartesi

palabras romanticas


And so, here I am, finally.
I hadn't been in school for so long that I actually forgot how to be a student, forgot that it required pen, paper and an attention span. Trying to focus has been the most difficult for me, but I think I'm slowly getting used to the classroom again. 
The classwork I do outside of the classroom takes up way more time than I imagined, and because I live off-campus, I've only gone to and from classes since they began last week. This weekend I was ill so I stayed in my room and tried to read the Iliad, and I'm exactly where I should be for tomorrow's class although I imagined I would read ahead so that between Tuesday and Thursday I could actually have some time for other work and maybe even dinner at my house table across campus rather than in my room. 
The fact that the dining hall is a 15 minute bus ride from dorm makes a regular diet very difficult but I promise my body that I will do my best- otherwise I get sick so easily. 
I absolutely love my room. I haven't decorated it at all, but it feels like it's mine. I've been spending most of my time alone and I find that I am perfectly comfortable with it-even more comfortable than I would like to admit. Sooner or later I will have to find people to solve math problems with, but other than that between the four classes and a healthy amount of sleep, I feel like I have close to no time at all for other people. 
I applied for a work-study job to work with preschoolers, but it turned out to be strictly on weekdays, so I probably will have weekends free. Sadly, my schedule (which I tried to plan so that I would have time for breakfast in the morning and lunch at noon) only allows me to work 5-6 hours a week which only adds up to half of this quarter's work study. My academic adviser turned out not to be quite as helpful with planning my schedule as I hoped she would be-- to be fair, she was on a tight schedule trying to register all of the first years in three days.
I've felt better that I'd expected to feel since I came to Chicago. I'm taking Bio (core requirement), Calculus (core requirement), Spanish and Greek Thought and Literature (chosen within the core requirement). The classes excite me (less and less as time passes), Chicago is a great city to be in and the people are the nicest- both in the city and in school. The difference in drinking culture doesn't bother me yet, because I have consciously chosen to stay away from any parties involving Greek life. But I've been missing home these past couple of days, probably because I was ill. Interestingly, the images that come to my mind are that of the typical dried-out shrubs found in Aegea-- perhaps because they remind me of September in Cesme: the smell of salt, and faint pink. 
This might also have something to do with the fact that the stories in Greek Thought take place in or around Aegea, and I'm the only one who can actually picture the descriptions of the islands: ever single person in my Greek Thought class is American. It is frustrating because they have much more background on the texts as most of them have read them in highschool, and also because it is clear that they take the 'American' way of thinking for granted-- or that they simply regard me as exotic. Luckily I haven't had a fallout with anybody on this matter yet, because I don't feel I'm ready to take on the responsibility of explaining that some categorizations are not applicable to the rest of the world. However I should also accept that I have caught myself feeling somehow patriotic in classes, such as an unstoppable urge to call them 'archaic' or 'classical' Greeks rather than just 'Greeks'. I hope to overcome that soon.
I still have to look up cm to inch, meter to foot conversions but I'm slowly grasping Fahrenheit. I got used to the taste of milk, and I'm slowly getting used to the taste of the water-I have argued that spring water tastes better than lake water, and the difference of taste between water in New York and water in Chicago has helped my argument-. I miss Erikli. I guess Erikli has something of Bursa in it that I miss as well. 
I am so grateful to have come here after Robert College. I might not be ready for the actual coursework (mainly academic writing), but I feel like RC has prepared me for the system as well as a school outside the US could. I also hear from friends back home (even if they don't spell it out) how anti-climactic university is after RC, and I'm thankful that I am somewhere that will challenge me, even if I don't get to do it all this time. For the fortunate enough, this (the university) is truly the land of opportunities and I don't know yet how I can show my appreciation to the people who have made it possible for me to be here.
Cold weather is creeping in on us. It has been a sharp fall from 72-81 Fahrenheit to 50-70 Fahrenheit, and this is only the beginning.
Take care,
Derya

Pazar

pazartesi, çarşamba, cuma günleri

federal içerikli işlerimi halletmek üzere 6da kalkmaya o kadar hazırdım ki, yapmam gereken tüm form doldurma ve fotokopi gibi şeyleri yapmadığımı fark ettim.

sanatçı demiş ya it's alright, you can afford to lose a day or two diye, sağolsun varolsun canımdır.

virüs ve beynim konulu resim yarışması

laundryviewer gibisin aşkım seni anlamıyorum

ayol vlogumuz yok ama blogumuz var bari anlatalım değil mi
deterjansız çamaşır yıkadım yalanım yok, koskoca dolar boşuna gitti

Cumartesi

yes! by popping corn kernels I have done the deed that makes the consumption of mnms less favorable than that of bananas.
*
birine baby diyebilmek. O.O

its reyning

ayol utanmasa yağmur, bana koktuğu için yağacak
kötü hissediyor olmama rağmen içim mutlulukla doluyor, gök gürültüsü-- mutluluk? ne zaman bu ikisini birlikte yaşadım ki? oysa biriken işler ve bekleyen annebaba skypeları, niye bu kadar iyi hissediyorum?
zaman ve imkan verildiğinde dünyayı yönetebilecekmişim gibi neredeyse.
yahu bari eril insan göreydim, şaşkınlıktan kıkırdıyorum resmen.
yok hayır, delirmedim
sanırım sadece yeni bir dilde edebiyat beni mutlu ediyor.
marco denevi

mesela don quijote'yi orjinal dilinde okumak olsa işim. sonra oradan islama bağlansak. ne bileyim, beyin kullanmak olsun maksat.

edit: yan odamda çocuk sevgilisine calculus anlatıyor (biraz bağırarak). her doğru bildiği soru için bir öpücük alıyor sanırım, eğer hayal gücüm değilse, ve bu gerçekten çok şirin. işim yok da yan odaları mı dinliyorum? hayır, ilyada okumaya çalışıyorum ve bu çok eski binanın duvarları oldukça sesgeçirgen.

edit2: adam özetle 'finikeliler gibi seviyorum seni' demiş, hem improvize, hem sözel, hem de bolpoetik.

edit3: "...force is what makes the person subjected to it into a thing." -Simone Weil

Cuma

noche turca

benim derdim senin olsun bilen bilsin duyan duysun demişler
resmen öyle, ne diyeyim.

hiç yoksan da, yalnız bir düşsen de ya da bir yolsan da, hasrete çıksan da gibi sözler de romantikleştiriyor ortamı elbet. yalnızlaştırıyor, sessizleştiriyor değil mi. bıçak olsan, saplansan ruhuma benim kanasa ucunda tenim diyor kadın ben ne yapayım?

barışben

cenk ablanın dertleri çözdüğü bölümün adı nedir diyorlar başım ağrırken. boğaz ağrısından diş sıkıyorum
ayol evet bir cuma akşamı

Perşembe

man, preschoolers

hey babies
bugün ne kadar güzel bir gündü! üstelik hasta oldum boğazım ağrıyor. ve humanities dersimi sevmiyorum.
ama yine de çok güzel bir gündü. ispanyolca sevgilim lab sevgilim oldu, biyolojide bir şey öğrendim.
interviewum çok çok çok çok çok çok güzel geçti! ve bu amerikan hapları hastalık semptomlarımı kontrol altına alacak, inanıyorum.
chicas y chicos, presento a ustedes: YO

my phrase of the day tomorrow: me duele la garganta

Çarşamba

bu büyük bir edit oldu:

I have been brought to tears. FINALLY.
ben de niye üzülmüyorum diyordum. yaşasın.


*ihtimal ya, fikrinize dusersem, tutturun bi rumeli havasi*

equim

yo se, preguntas ¿por que? ¿por que es muy ridiculo?
porque estoy estudiando y esta ahi durmiendo con chicas.
vale. vale vale vale. pero, si continuo estudiar vigoroso-- ¿voy a tener una sana vida social?

y si, yo se que mis signos son copiar-pegar.

***
hablando sobre vida social...
"she has fulfilled the honored function that includes
virginal sweet-talk, lovers' smiles and deceits
and all the gentle pleasures of sex. " (204-206)
***
ve kredi başvurunuz onaylanmamıştır başlıklı haber


*


e bu kalp kırıklığıyla bu blogun da sonu gelir artık. göriciğiz.

Pazartesi

ay ay ay, es muy ridiculo

first day

lölölö: bir günlük'ü okudum da kendi postlarımın daha dolu olmasını diledim.
saat on kırk üç ve hala dersim başlamadı.
ama eski günlerdeki gibi defter kapladım dün gece, bir dolara aldığım çirkin siyah kapaklı ve çok çok kalın kareli (gerçekten gençler kareleri niye bu kadar kalın yapmışlar anlamıyorum) defteri, orientationda dağıttıkları milyonlarca gereksiz flyerdan neon turuncu olan ikisiyle kapladım. şimdilik çok güzel gözüküyor, ama kağıt kapaklı defterlere eninde sonunda ne olduğunu hepimiz biliyor ve hissediyoruz sanırım.
bu akşam annemler türkiye'ye dönüyor. ders çıkışında birkaç saat gördükten sonra onları çok sevgili ve çok acımasız 6 otobüsüne geçireceğim. tanıdığım upperclassmen gözlerimi dolu görecek ama çok tatlı oldukları için -inanması güç olsa da tanıştığım yüz insandan sadece birini 'tatlı' olarak adlandırmakta tereddüt ediyorum şimdilik- amerikanca its okey diyecekler, shedd aquarium'dan penguenime sarılacağım ve hayatım mükemmel olmaya devam edecek.
0.7 uç aldım, burada uç çok pahalıymış.

Pazar

ekimin son günü geldi

yarın dersler başlıyor.
first up: calculus
ve emaillerini ispanyolca gönderen ispanyolca dersim.
bana şans dile!

*

edit: eylül yerine ekim yazmış olmam tamamen vişful tinking.

Perşembe

bir çeşit collect

burası da bir çeşit collect oldu ama haftaya kadar tadını çıkarmama izin veriyorum.
25 eylül perşembe
ders seçme öncesi stresi

ilk quarter derslerim

romantik çıkışlarım

ciğerimlen.

Çarşamba

palmer house sevgililerim

oh uchicago
you give me so much joy
tabi ki dersler başlayana kadar. şu andan şu geceden ve şu housebonding tiger bear gargoyledan bahsediyorum.
yaşasın palmer house sevgililerim
ve hala lokumlarımı vermeye kıyamadığım gece saatleri
memnunum.

Salı

lookin like a tiger bear

can I get a price scan on you

she came in the club...

maybe this'll cheer you up, roller coaster ride

Pazartesi

collect

dünyanın en güzel şarkısı mı ben mi palmer'lı oldum birden?

memnunum. odam: swag. otobüsler: wolo. yemekler: oreo.

telefonum: aslı rana maşallah.

yazmadan edemeyeciğim:
can I get a price scan on you?
now I'm on your roof, gargoyle (grrr)
she came into the club looking like a tiger bear
if looks could kill, homicide
let me know about the extra baggage, drama side
maybe this'll cheer you up, roller coaster ride
...
take your shoes off, get comfortable
you can let your hair down, rapunzel

Pazar

muuv in dey

gittim sanma ama jet lag atlatmaya çalışıyorum.
yaşasın güzel odam
yaşasın telefon internetim


bi de bana uygun görülen quote:
anybody can be a rapper, but not anybody can be a classical artist. -Nas
*
çok uykum var ama nedense uyumuyorum şimdilik.
insan çok kırılgan hissettiği zaman daha affeder hissediyor, ama bu da çok kafa karıştırıcı. ya da belki affeder hissetmek ile bunun üzerine bir şey yapmanın farklı şeyler olduğunu söylemeliyim kendime.

yaşasın snapchat, yaşasın teknoloji

Perşembe

phoenix

bu eve kocaman veda. bu evi EN ÇOK seviyorum.

yirmi eylül iki bin on üç cuma

günün çevirisini unuttum resmen:
doğru bulunduğunda, yalan olmak, ve bütün neşe, içindeki ölür, sevecek biri istemez misin, sevecek biri gerekmez mi, sevecek biri istemez miydin, sevecek biri bulsan iyi edersin

-SON-

son gece. bitti. o gün gerçekten geldi. bana şans dile.
*birkaç saat bir şey yapmadan ama ne yazık ki pek aile saadeti de yapmadan geçti*
madem bir günde birden fazla postlara yeniden başladım diyordum, bunu da ayrı bir post yapayım. ama ne fark eder editle yeni post sanki.

on iki saat sonra uçağım kalkıyor. yani evdeki son dokuz saatim.
düşünecek pek bir şeyim olmadığı için bu tür deli hesaplar yapıyorum, oysa hiçbir önemi yok.

fark ettiğime göre insan bekledikçe daha çok hayal ediyor. more room for: a, disappointment; b, premature depression. ben uydurdum ama mantıklı duyuluyor bence.

pek garip bir geceydi. hatta sanırım bu iki aylık bekleyişim süresince kötü hissettiğim tüm anların özünün toplamı gibiydi. ama premature depressiondan farklı, çünkü premature depression gelecek ile ilgili bir kötü hissetme durumu.
konuşurken garip bir şey dedim ne demek istediğimi de anlayamadım ama kimseye hesap vermem gerekmeyecek diye sevinirken general well-beingime katkıda bulunan insancıl şeylerden bahsettiğimi fark ettim. mesela arkadaş edinme konusunda kimseye verecek bir hesabım yok, ki sanki lisede var mıydı, ama ben niye böyle bir konuşmada böyle bir konseptte böyle bir şeyden bahsedeyim ki? istediğim kadar evcimen, to put it lightly, olabilirim ama zaten bunun getirisi bana? bu paragrafta pek bir şey demiş bulunmuyorum sonuç olarak.
aaaaaaaaaaaaaah, telefon interneti. geleceğe dair anılarımız varsa eğer, en çok özlediğim şey sensin. spamlerimi, çekeceğim fotoğrafları, göndereceğim insanları şimdiden görebiliyor, görmeyi bırak hissedebiliyorum bile. ha desem önümüzdeki yıllarda rutine oturtacağımız spamleri tek tek sayabileceğim.
bir uzansam dokunabileceğim ama...

bu da beni bir sonraki paragrafıma getiriyor. kendimden hiç beklemediğim alınganlıklar, kırılganlıklar, uzanganlıklar ve bilumum konuşayazmaganlıklar yaşıyorum. that being said, ya da türkçesiyle o oluyor söyledi, muhtemelen kendimden bekleyip de beklediğimi kabul edemediğim şeyler olabilir. bu tür -ganlıklar konusunda yaşadığım sayısız içtartışmalar hep aynı sonucu vermeye devam ediyor. umuyorum ki sonları da yakındır.

evcimen sözcüğünün başına s koyunca sevcimen oluyor.
bir de insan hava kararınca daha yalnız kalıyor.
bir de hiç ^bu^ndan öleni duymadım.

21 eylül peace one day ya, barış, barışmak falan///edit'in eğik yazısı da bu olsun: I am a phoenix after all. after, all.

Çarşamba

hataya muhtaç kaşifler

küçüklüğümdeki gibi, ablamın arkadaşlarının doğumgününe gittim. çok eğlendim. çok özlediğim insanlarla konuştum.
güzel şikago arkadaşlarıyla tanıştım.
tuz ve soğuk yedim.

ama bu kadar gülmek heyecan-endişe karışımı korkularıma pek yardımcı olmadı.

biraz da yalnız olmasam diyorum, anlarsın ya ;)

*

kalbim hiç düşünmeyeceğim şekilde kırıldı.
gerçekten buraya kadardı. on sekiz eylül iki bin on üç çarşamba.
kayda geçsin.
ne yapabilirim ki? sarı ibare bana o kadar şey hatırlayor ki (hatırlatmak yerine ifade ediyor yazacaktım ki kendimi düzelttim) görüp gitmemeye dayanamıyorken görmemek de beni delicesine kayıp hissettiriyor. artık bir sarı ibare eksik yaşayacağım sanırım. beklemiyordum ama şaşırtmamalı da.
öyle efektif rest çekiyorum ki kendime bile fazla geliyor bazen. içgüdüm diyor ki söyle. yanlışsa bile bu yanlışı yapma hakkın var.
ama içgüdülerimi yenerek bu profili çizebildim. bebeğim mi bilinçaltım mı alışkanlıklarım mı. zor bir seçim olacak.

*

canıım sen de benim gibi mi yapıyorsun? iyi geceler.

bir gün ben de kütüphaneye gidebileceğim!

bu sabah beynimle uzun süre sonra tekrar konuştuk. bana kitapların kanatlarında uçabileceğimi söyledi. bir de dün gecemi anlattım ona, nasıl korktuğumu ve eskiden beynimin olduğu yerde düşüncelerin yer yer koşuşturup yer yer puro içtiğini. biraz rahatlattı, çay demledi ve aslında beni güzel günlerin beklediğini söyledi. belki başka bir beyinle bile karşılaşabilirmişim.
bu sabah beynim hiç kıskanç davranmadı. aksine destekleyiciydi ve sanırım alışma sürecimde zaman zaman yanımda olacak. beynimle boşanmanın bu zaman içinde yaptığım en gerekli ve sağlıklı (sağlıklı kısmını tartışabiliriz sanırım) şeylerden biri olduğunu hissediyorum. bunu yaptığıma göre artık devam edebilirim gibi geliyor. 
belki yine calculus ve fizik derslerinde çabalamam, kitap okumam okumam okumam iyi olacaktır. yahu kim bilir, bilgisayar okurum belki. belki de küçük çocukları o kadar severim ki öğretmen olmak isterim yeniden. beynimle büyük bir kavga ve boşanmamız, şimdi beni büyütecek olan şeylerden.

düşünmek yine güzel. güreşen düşüncelerim de zamanla büyüyecekler. o zaman dünya barış içinde yaşayacak, çocuklar gülecek ve herkes huzurla dolacak.

şimdi o lokumu nasıl götürürüm ona bakayım, gerisi gelir.

como eso, pero mejor. mas mas mejor.

Salı

bunun adı kalp krizi mi panik atak mı emin değilim ama gerçekten kötü bir his:
ben kimim, ne yapıyorum ve neden.

beyinsizlik

aaaaa, evet...
beynimle boşandığımızdan beri hayatımda bazı değişiklikler yaptım. eskiden bir şey olduğunda hep beynime danışırdım. arada elim gitmiyor değil, düşüneyim derken yakalıyorum kendimi. ama yavaş yavaş alışıyorum sanırım. hayatımda bir beyin yokken daha özgür oluyor insan. mesela yaptığım şeylerin, düşündüklerimin ve dediklerimin sorumluluğunu üstlenmiyorum.
ve web therapy izliyorum.

Pazartesi

I did not miss this.
a fight with my brain and our divorce
bugün benden sana igloo üzerine akvaryum çünkü mayıs hatrına yeniden gevende

Pazar

how I first lost my mind: memoirs of a lunatic

bugünkü uykumdan ökseotu almaya gitmişti nerede kaldı? diye uyandım. forgive me for being so blatantly freudian.

gerisini de sonra yazarım. yapacak hiçbir şeyim kalmadı. bu yüzden de konuşacak şeyim çok az.

bu kez çeviri yok: bal saçlım, inanma rüzgarlara, göklerin mavi olduğuna, gerçek olan sensin, senin rengin, sana dokunmak, sıçramak, delirmek

Cumartesi

mr zebra

KAFAM ÇOK KARIŞIK
ÖZLEDİM Mİ NE heoooooooooooooooooe

ooo editler de buradalarmış hoşgeldiniz efendim
bugün yer yer güzel bir gündü. yürüdük, yedik, eğlendik.
sonra da şampanyalı akşamlardan.

ama herkesin bildirimlerinde sarı ibare görmek kolay değil.
iki laftan birinde duymak, daha doğrusu hatırlamak kolay değil.
ışıkları ve kapıyı kapayan iki insandan biri olmamak hiç kolay değil.

onun dışında gidiyor muyum, gittim mi, kalsa mıydım, gelseydim gibi düşünceler çok karıştırıyor kafamı. e ben gidiyorum diye mır yapan iki koca kedim de var evde.

bir de baktığım her bal gözlü yirmi artıyı görmesem daha kolay olabilirdi.

işte bu tür şeyler insanlarla konuşturmak istiyor beni. ama bir yandan -biryantin- konuşmamak en iyisi. ben de konuşmak yerine bakışıyorum artık sanırım.

merhaba bay zebra, kazağınızı alabilir miyim, çünkü çok soğuk soğuk, bu çukurda

bu da son edit olsun ama olsun: "eski sevgiliye bakar gibi baktın" lafı beni çok etkiledi keşke bu kadar etkilemeseydi. katıylara geçsin.

Cuma

doksan altı model volvo steyşın

ULAN diyorum
büyük harflerle
ULAN
aileiçi kavgalarda da sarı ibare

aralık'ı hatırladım böyle olunca, beşiktaş bulvarındaki bir kafe
kırılgan ve ihtiyaç içinde gitmiştim, bir saatini ayırabildi.

ULAN diyorum büyük harflerle.

hay allah, son bir hafta ama
en güzidemin düğününü unutup davet ettim
ne bileyim yönetmeyi beceremedim başka şeyleri
ve hala kendime bir veda edercesine mor-kırmızı köprü ışıklarına bakıp
dans etmiyorsun, ne bileyim alesta fundo
atayım kendimi işte bırakayım demiri

birçok neden var, kart atmayacak olmam için, paraguay'dan, paraguay'dan
son bir hafta bebeğim

Perşembe

clean cut

ben bu çoraplarım olmadan nasıl yaşayabilirim ki?
seferberlik.
birkaç etiket patlatacağım, sadece yirmi liram var cebimde, avlanıyorum, kelepir arıyorum, bu lanet olası dehşet

Çarşamba

aptal bir ikinci aşk kalıntısı

dans etmiyorsun'u hatırladım nedense


"alacağın bütün biletler
satılık şimdi
pespembe kartlara basılacak
sevgiline uzatamayacaksın
düşündükçe kaşınıyor kirpiklerim"

kendimden alıntı yaptığım bu güne lanetler

böyle bişey

yazık, içimdeki ergen de arada 'şşt. konuşsana. konuşsana ya. bak orada. git konuş.' diyor.
o da insan.
belalı.
yok olacak gibi değil. birkaç volumlük kitap gibi, içimdeki ergen belasını arıyor vol.1:internet görgü kuralları
hoş-sar-hoşluğun da internetlisi sorun oluyor yahu.
içimdeki ergen kim ben kim git allaşkına.
benimle dalga geçen bir sarı ibare var zaten, içimdeki ergen de beni deli sanıyor.
iki bavul kapamış bir bebek, sıkılgan çakırkeyf bir ergen ve bezgin bir elli yaş. oturmuşlar şarap içiyorlar.
resimlere bakıyorlar. çılgın yirmili yaşlarını hatırlıyorlar.
vol.2:nasılsın diye sorsam mı?
vol.3:hayır.

p.s. bu kızın anlatacak ne çok şeyi olacak. on altı yaşındayken *** bir sevgilim vardı. bütün yaz beraberdik. dili dille öğrendik. vay be. yaşlandım yahu.
p.p.s. KUSMUK KOKUYORSUN da demiş olabilirdi mesela. kendimi güldürdüm. güldürürken düşündürdüm. düşündürürken delirdim. delirirken öğrendim. bir nevi gülerken öğrendim.
p.p.p.s. ortada bir ilahi adalet dönüyor ama tam kestirebilmiş değilim. içimdeki ergen bir kez daha mağarasına çekilirken arkasında eser miktarda ay ışığı ve su sesi bıraktı. su sesiyle bebek uyutup ay ışığıyla bezgin elli yaşı yatıştırırım diyorum, sonrası yalan
---
yahu madem yazıyorum: ben daha güzel gözlük seçerdim be güzelim
bi de genel olarak ben daha iyi hallederdim yani
nerede tüm ruh kızkardeşlerim? akışınızı duymama izin verin. hey kızkardeşim, ruh kızkardeşim, git kızkardeşim, ak kızkardeşim

Salı

o başlığın yazısı da buydu:

what a fucking shitty way to wake up; to see love around you and not being able to enjoy it
just.fucking.shitty.

*

roberte gidince küçüklere you won't be rewarded. especially not for your english. demek istedim

hello, hey joe, you wanna give it a go?

Pazartesi

-SEN DE Bİ GİDEMEDİN HAHAHA

" 'cause I am the champion and you're gonna hear me roar"

COLA: Certificate of Label Approval

günün şeysileri bunlar. ama ben yine biraz karışığım.
*
törende duyduğum en kötü konuşmalardan ikisini duydum. ama jonesunki fena değildi. hocaları görmek tatlıydı, ama kovuluyormuş gibi hissettim.
berna hocam de iki sözüyle allak bullak etti beni. uzak dursun, allahgöstermesin dedim ama dedikten sonra da üzüldüm.
*
yalnızlık birçok açıdan başa bela.
canarkadaşlarıma yan bakmam açısından biraz bela. arkadaşlıklara çok zarar verebilecek şeyleri yalnızlıktan istemek gibi.
bir yandan sesli söyleyip, duyup, vazgeçmek istiyorum.
bir yandan sesli söylemeye bile utanıyorum.
bir yandan da gidene kadar tutunmak istiyorum.
*
yine karışığım. ne bileyim, ihanet değil ki benim gördüğüm mini-ihanetler. niye görmekte inat ediyorum onu da bilmiyorum.
everyway that I can çalıyor, öyle bir gece bu gece.
girls night in. törpü ve aseton.

burada değilmişim gibi geliyor. orada da değilim. her şey gerçeküstü. hiçbir şey gerçek değil. olmuyor. olması gereken birçok şey var ama olmuyormuş gibi.

***edit: HEP BÖYLE ZAMANLARDA LANET OLASI SARI İBARE YUKARIDA DURUYOR

Cumartesi

18 ağustos yeniden

hüzünden en bariz hareketi kaçırdım.

O ŞİMDİ ÜNİVERSİTELİ

yok hayır okumaya gidiyor

permanent address'im olarak bademli'de geçireceğim son gece.
evdebalık.
bu ne garip hismiş.

*

tutup formspringimi okudum.

*

*

*

midem bulandı.

Cuma

kim bilir bir daha ne zaman

ben, bu, bir, bö
bir baktım bursa'dan gidiş tarihimi erteleyip duruyorum.
oysa nedir ki: ölümler üstüne boşaltılmış bir evin kesilmiş ağaçlarına bakıyoruz beraber.
duvar kesilmesini dinliyoruz sabahtan akşama kadar.
arada bir singapurlu arkadaşlar tarafından tacize uğruyoruz. ama şu lanet olası chat sırasında aşağı inmeyi reddeden sarı ibareyi izliyoruz her gün. her gece.
yastık vakumluyoruz. birkaç saat sonra şişiyor, yine vakumluyoruz.
fotoğraflara bakıyoruz. içimiz kıyılıyor.
email cevaplıyoruz. içimiz kıyılıyor.
para alıyoruz. para satıyoruz. bir bakıyoruz elde avuçta kalmıyor.
duvar kesilmesini dinliyoruz sabahtan akşama kadar.
uzaktaki arkadaşları dinliyoruz. içimiz kıyılıyor.
biz kimiz diyoruz, sinirimiz bozuluyor.
bir telefon almak istiyoruz. bakıyoruz kafamız karışıyor.
internetimiz gidiyor. gidiyor. gidiyor.
sarı ibare orada duruyor. hayatımızda bir metafor sanıyoruz.
kalbimiz ağrıyor. ilaç alıyoruz.
sonra sarı ibare kayboluveriyor, onu arıyoruz.
saçmalıyoruz. hep saçmalıyoruz.
rüyalar görüyoruz kabus oluyor.
kabuslar görüyoruz-- ağaçlar kesiliyor.
belgesel izliyoruz, flemenkler tenis oynuyor.
solmuş çiçek ayıklıyoruz sabah akşam.

ama kalayım diyorum. bir gün daha ev yemeği yemek için kalayım.
internet gitsin diye kalayım.
sağlammış gibi davranmak için kalayım.
dağılmamak için kalayım.

anneannem fanila giyiyor musun diye sorsun, babaannem papatya desin diye kalayım.

ya da acilen gitmem lazım. harry, danny, george, bob, eddie, alfie, billy, henry, johnny, louis, james, charlie, ollie, tommy, andy, martin, zack, milly, frank, abe, ben, ted, barry, bo. acilen.

edit: minik, minik olduğu kadar da korkunç bir edit. çok güzel şeyler düşünerek uyumalıyım dediğimde, düşünmek istediğim çok güzel şeylerin ne olduğunu bilmediğimi fark ettim ve sanırım kalbim mideme düştü.

Salı

eylül in da türkiye

hey, amerika
karadutlu katmer


aaaaaa yeaaaa

Pazartesi

gün geceye dönüyor

gibi günüm nasıl da döndü.
kötü başladı. gereksiz kötü başladı.

sonra iki yıldır özlediğim koy muhabbeti,
üstüne bir de yakışıklı -ve malesef illegal, tam tamına iki yaş küçük!- çocuk,
ve thanksgiving'de new york'ta beni ağırlamak isteyen iki ayrı aile.
günüm çok güzel geçti.

istiridyeden inci çıkması gibi bir şey.

ergenlik yeniden

sonbahar ve ben kimim

çok gerekli edit:
kafalar bir gidip bir geliyor tabi, altı aydır eylül yoktu ortada birden geliverdi. galibardi. böyle saç gibi göz gibi bir şey oldu sabah sabah görünce, burada rüzgardan üşüyorum, gitmek istiyorum bir an önce daha soğuğa. o kıtada ne mi var? ben de daha bilmiyorum. ama, herkesin dediği üzere atmalı kapağı demek ki. ne bileyim ben. yine fotoğraflarda kaybediyorum aklımı.

Cumartesi

Eylûl

US News'a göre Derya'nın Ağustos ayında en sık kullandığı sözcükler arasında "veda", "internet" ve "deniz" gibi sözcükler varken, "Şikago" ilk sırada yer alıyor.
bugün ağustosun son günü. eylül'e ilk adım ve ar.tık.şikago.



















aslında çeşme'nin en güzel zamanı, ağustos sonu-eylül başı.

Perşembe

buradaki iki yaşındaki kız "annieh" diyor annesine, içim eriyor yer yer.

Çarşamba

won't be sending postcards from

başlıklarım uzadıkça uzuyor niye bilmiyorum.

size söylemediler, ama daha on yediymiş

Salı

and we have... send off

American Dad'in Blood Crieth Unto Heaven bölümü çok başarılıydı.

send-off'tan dönerken yeşil ve kırmızı ve sarı ve beyaz ve mavi ışıklar birden romantikleştirdi beni. bu şehir, bu insanlar dedim... hem çok sıkıldım hem özledim bir anda.
çıldırdım mı delirdim mi bilmiyorum. ama doğru bir şey varsa o da ilgi gereksinimi.

daha yazacaktım, ama onun yerine bu şarkı. itunesdan yükleyebilsek.

Pazartesi

zamanı bir kenara atsak, isimlerimizi unutsak

ÇOK GARİP rüyalar gördüm.

UP'ı izledim de yine ağladım, notebook gibi yapmışlar.

Ruby Sparks'ı izledim, biraz karıştım.


"Hi, I'm Danny Kowalski. I delivered you, and now I'm delivering you a cake!"-gülmekten gözlerim yaşardı.
Bu filmde de genç Jude Law'a yazdıktan sonra fotoğraflarımın arasında en silinmesi gereken fotoğrafı buldum ve-- yanlış tahmin etmedin, silemedim. Öyle baktım bir süre, zamanında böyle bir fotoğraf bile çekmişiz diye. Sene bin dokuz yüüüüüüz yirmi üç ya da dört.


bundan sonra herkese babies diye hitap etmeye başlamalıyım. hi babies (bu da love and other disastersdan)

skyfall'u izlerken insanın hatasız kul olmaz dinleyesi gelmiyor mu?
bu da bu posta son eklemem olsun.

Cuma

if your monkey's got that kind of money sir, then we've got a monkey bed

sabah sabah da bu şarkıya uyanmak bir garip oluyor.
bakıyorum da postlarım sabahlarla ilgili oluyor ne demek ki bu.
dün de tarih hocamızlaydık pek keyifliydi.
pleycırizm olmasın diye asıl fotoğrafı koyamadım
bkz. dost pleycırizm dinler mi
bkz. dost pleycırizm dinleyebilir
porsiyon/para oranı çok başarılı olan falls in galata'da DOYDUK. kabataş'taki fış fış çaycıda çayımızı içtik. güzel, kaliteli muhabbetler ediyoruz. ŞİKAGO BEYBİ oluyor hep, mutlu oluyorum. aww yissss

p.s. animasyon izlemeye devam edersem en sevdiğim filmler çok karışacak. yaşasın despicable me. evet, animasyonlarda ağlayan insan benim.
her sabah uyandığında günün böyle başlasa güzel olabilirdi.
onun yerine 'niye uyanıyorum ki', biraz ağır oluyor.
en sevdiğim film sanırım artık wreck it ralph. ya da hala ikinci de olabilir emin değilim.

ihanetlerle mektup bulmalar da tesadüf etmiyor mu birbirine, bir hoş oluyorum.

son on dakikamı disney subliminal messages adlı videolar izleyerek geçirdim, insanlar ne içiyor bilmiyorum.

Perşembe

Çarşamba

folksvagın//oğula playlist*

bugün neden olmadığını gördüm yahu. 'bakın ne çok içtim'e doymuşum sanırım, arabalar pantalonlar kaldırmıyor bunları.
yani aslında, hım şey. futbola garezim yoktur ama tüh yani.
aaaaaaaaaaaaaaaah ah.
şikago. haydi.

-
*ay sarhoş muyum ne

oh hey baby-o i just realized this ain't no way for a last night
for our last night
so this one's for you
it's for the ride and some time after
don't you forget about those good times
and try to smile for me whenever you see my star

-
filmlerde michael douglas sesi
ay taslağa döndür ne ayol

Salı

sonunda hüzünden çıldırdım sanırım.

on beş ağustosa geri bakış: babanın katili gelip senden özür dilediğinde onu affetmekten başka çaren yoktur, çünkü affetmeden yaşamak yaşamamaktan daha kötüdür.

ya da temiz; çıkacaksın dağa ve asla inmeyeceksin.

editoski: bu şampuan kokusunun niye bende üzgün hisler çağrıştırdığını hatırladım. seminarcampte arkadaşımın şampuanını kullanıyordum, o da böyle kokuyordu, ve duşa her girdiğimde sevgilimi özlediğim için -düşündüğün kadar müstehcen değil, sadece insan duşta yalnız kalıyor- üzülürdüm, o yüzden bu kokuyu -çok güzel olmasına rağmen- sevmezdim.

first you would forget his chin, and then his nose, and after a while you would struggle to remember the exact color of his eyes... diyor kevin kline.


Pazar

Zeytin sevgisi

Rakı keyfimi yerine getiren güzel akşam.

Kimin canı daha çok yandı yarışması yapıp yanlış anlaşılmadığım arkadaşlarım olduğu için minnettarım.

Hayır hiç de fena meyhane sofrası olmadı. 'Yemek' kısmını halledebilseymişim.

Uf ama ben ilk kez bu keşke'mi dile getirdim.

Cumartesi

08.18.13, 7:01 AM GMT+2

Ecegül, aka Kuşburnu, has -almost- officially left the country.

It has been declared that a thirty-two day mourning will be held nationwide.

May the angels of the web bring speedy news of her health and happiness.

Cuma

...yes, uh hi guys, it's the sixteenth today and it's about eleven am. i'm feeling pretty depressed today, it seems like this is generally what august feels like, and, um just a second, i seem to have completely shut down my playlist, uh so anyway, so today feels like a very salty separation, not literally, and i am having a hard time running. so this next song is for everyone who shares this feeling of august and...

şaka maka benim gidişime de otuz dört gün kaldı

p.s. bu da listening gibi olmuş, böyle "what does she feel like?" (tekrar dinletilir) "a.depressed b.shut down c.running d.sharing" -of espiriler havada uçuşuyor yaşasın

Perşembe

ağlattınız ULAN

kafam oldukça karıştı. ilk veda o kadar erken gelmişti ki anlamamıştım. ikinci veda ise artık çok yakın. kendimi veda hastalığından koruduğumu düşünürken bir de bugün tekrar düşünürken buluyorum. kendime kanıtladıklarımdan da hoşnut olmayacaksam ben kendimi ne yapayım.
şafakus kılıçyan ile son saniyelerimde saçlarım rüzgardan dağılmış ve göz kalemim yüzüme yayılmıştı. demek ki buna son denmez, üç ay sonra yeni sonlar olur.

merhaba üniversite-

şimdi şehirde olduğum için bağışlamaktan uzak istiyorum.

kafa dinleyeyim diye izlediğim futurama bölümü de sonsuza kadar ayrılmak ile ilgiliydi.

kalbimin ortasında kaya gibi bir ağırlığın olması hissini ne çabuk unutmuşum. depreselerimi hatırlıyorum şimdi. özleyeceğimi kendime itiraf edemediğim insanlardan ayrılırken bile üzüleceksem. neyse yani, sonuç olarak kafam çok karıştı, eskisi gibi hissediyorum biraz ve bunu istemiyorum.

Çarşamba

cinka fası

vedalardan bir veda, bu veda.

bu da summer in the city, ama sıcaktan yumuşamış tenin tozla buluşması. son beş yılın fotoğraf hesaplaşması. çok mide bozukluklarım ve vicdanımın bana dışarıdan konuşması.

çok güzel, evimde ve doğru hissettiğim bir akşamdı. yaşasın mecidiyeköy adresimiz.
sonra midem bozuldu. poşet-kova hazırlıklarıyla soğuk terler. uyudum, iki üç saat sonra uyanıp sabahladım.

burada geçirdiğim yılbaşına benzedi.

uyuduğum süre içinde çeşitli korkularım ortaya çıktı sanırım. içeride bensiz konuşmalarının odaya taşınan bölümleri. balkona çıkan yabancı adam paranoyası. hayatım ona bağlıymışçasına sıktığım dişlerim. tüm gücümle açamadığım gözlerim. uyuşmuş kollarımla sarıldığım zaman dışarıdan duyduğum suçlayıcı ve yargılayıcı sesin vicdanım olduğunu anlayışımla birlikte bu kabus da son buldu.

sonra yıllık geyiği ve ders programı yakınmaları. tutkuyla konuşan insanlar bazen ne kadar güzel oluyor değil mi.

bugün bir yemeği kaldırabilir miyim emin değilim.

-

BİRAZ ÖNCE RAMONA İLE BARIŞTIM
YÜRÜ BE RAMONA
ITS LAYK DEBRİYAJ DON MATTER NO MORE
kısa mesafe olmasının büyük etkisi vardı elbet ama o otoyıkamadan bir de DÖNÜŞÜ VAR

-

ramona'ya sinirli -yani tabiri caizse sinirsiz- ellerle dokunanlar aptal olsun.
aptal oldum.

-

ellerim titriyordan tutsana ellerimi, ondan da kıyımlardan sonra hala kıyamamak nedir kafana sışim derya. aptal oldun, üstüne üstlük ramona'yı beyazlatmak suretiyle yaşlandırırken ULAN İÇİNİN AĞLADIĞINI BİRAZ DAHA BELLİ ETSEN TELENOVELA OLACAKTI DERYA kafana sışim.
kebabın az pişmişi mi olur lan

Salı

şafakus ile, al pacino.

*sana sarılasım, seni öpesim var*

hem soruldum, hem sürüldüm ben; ama hepinizin canı sağ olsun

23:20 seni çok özlüyorum

editoski: üç suları işte: pipedreams ile arnavutköy banklarında gece oturup karşıya bakmamış olmamız, bana seni çok özlüyorum'dan çıkışlı beyaz-sarı ışık dengesi yazdırdı. arkadaş. arka-daş. saçının ucundaki morlar bile onla olabiliyor. t:-3mo (ve iki hafta)

-vedalardan vedalara, vedalardan bir veda. burukum ama mutluyum.

Pazartesi

kırk beşlik

he is from lebanon, what does he want?

rüyamda elimi tutuyordun, bir ara kafam bu kafa oldu
sonra özür dileyemediğini hatırladım.

awakening: ajda pekkan

ben bir tek özür dileyemeyenlere mi kızıyorum ne?

Pazar

GİTTİ DE GİTTİ

otobüsten yürürken ağladım.
teselli olsun diye bunu dinledim

ÜZGÜNÜM
AĞLIYORUM
pipedreamsi tekrar görmem için t:-3mo

Cumartesi

hey mitch, tell me a joke*







* anlarsın ya ;)
bugün de koyu kahverengi rujumu sürüp
kirpiklerimin çaprazından yere hüzünlü bir bakış atıyorum

pazartesi-çarşamba-cumaları biyoloji ve calculus, salı-perşembeleri thought ve drama olsun bundan sonra.

akşam beş buçuklarda yoga, yedilerde yemek, on ikilerde de uyku olsun istiyorum bana.

bugün de koyu kahverengi eteğimi sıkıp
açık sarı gömleğimin yakalarını kaldırıyorum

buna da gereksiz editoski: hayır yani, bir kadına benzemek istenilseydi o audrey hepburn olurdu. narsizmimin sınırları var. ama sınırsız düşünmeyi öğrenmen iyi.

Cuma

bugün için ayrıca

bir post daha gerekiyordu, o da bu oldu:

hatasız kul olmaz, hatamla sev beni
dermansız dert olmaz, dermana sal beni
kaybettim kendimi, ne olur bul beni
yoruldum halim yok, sen gel de al beni

feryada gücüm yok, feryatsız duy beni
sevenlerin aşkına, ne olur sev beni
sev beni...

-
can demek sen demek, gel de gör bende mi
sözümde sitem var, kalpte mi dilde mi
tez elden haber ver, o gönlün elde mi

feryada gücüm yok, feryatsız duy beni
sevenlerin aşkına, ne olur sev beni
sev beni...

Broadview

ARTIK BİR ADRESİM VAR
EVET BİR ADRESİM VAR
YANLIŞ OKUMUYORSUN BİR ADRESİM VAR

single. SINGLE!
palmer house. PALMER HOUSE!
612. ALTI YÜZ ON İKİ BEBEĞİM

artık bir adresim ve bir odam ve bir tuvaletim ve bir dolabım ve bir buzdolabım var.

bunu sakın unutma tamam mı
BİR ADRESİM VAR

-üstelik grupta beğendiğim TEK insan da broadviewlu. güzel şeyler bunlar. GÜZELLER HEPSİ VE HER ŞEY ÇOK GÜZEL




p.s. photobooth'un resim sakladığını unutmuştum. bugün, sildiğimi düşündüğüm birçok resmi tekrar silmek zorunda kaldım.
ama yine de broadview, chicago baby





NO NO NO NO NO NO NO LET ME REPHRASE, http://palmeruchicago.wordpress.com/

Perşembe

bu-gün bay-ram

Evet efendiiiiiiiiiiiiim,
burası da bir takip eden kaybederken bir başkasına kavuşuyor.
Ne var canım, ne de olsa ben istemiştim kaybetmeyi öyle değil mi?
Ne de olsa geçen yazın acılarını hatırlıyoruz sık sık.

Bugün "bayram"dı ya hani, aile kavramını tekrar kucaklarken
çeşitli fiziksel engellere de içimden yerince küfrettim.

Sevgi, aşk, romans, sevda gibi şeyler
Hepsi Orhan Gencebay şarkılarında ve
"Bu şarkı tüm sevip de kavuşamamış olanlara gelsin" diyen Türk filmi seslerinde gizli.

Şapka çıkarıyor ve bu geceki sevgiaçırüyama dalıyorum.

Ne güzel bir duygu birine istediğince seni seviyorum diyebilmek
dedirtmediğim sayılı insana bayram aracılığıyla içtenliklerimi yolluyorum.

Çarşamba

Dalacak param yok, kaptan olmak ne kadar güzel, bunları yazacak klavyem yok, arkadaslar ne kadar da güzel.

Cumartesi

Ah, benim de aşkım

Cuma

bu bloga da veda etme zamanım yaklaşıyor gibi hissediyorum.
hem on sekiz yaşlığım kalmadı, hem de gurbete gidince bir ilk hafta yazılarından sonra yazacak isteğim ya da gücüm kalmazmış gibi geliyor. belki ingilizce yazmaya başlarım, o da bir blog haline gelir mi bilmiyorum. ne de olsa iki üç boş defterim var elimde.

bugün IDm için vesikalık çektirdim, vesikalıkların ortak kaderi gibi o da amsterdamdan export yapan kaçağa benzedi. biyoloji placement teste başladım, hani çalışmadan gireyim de tam olsun kafasıyla, üçüncü sorudan sonra kapandı. ispanyolca çalışmalıyım, matematiğe girecek bir TI'm bile yok. başvurular için olan vıdıyı daha yazmadım onu yazmalıyım. falan filan.
Derya Marieke Maarschalkerweerd

biraz suçlu hissediyorum bu kadar gitmek istediğim için. beş yılı geçirdiğim yer ve insanlardan bu kadar kolay ayrılmak istemem nasıl bilemiyorum, ama pek hüzün yok ortada. belki son geceler olur. belki hiç olmaz. unuttuğum ve unutabildiğim şeyler için üzülmüyorum hala.

bugün de böyle. iki ağustos iki bin on üç cuma, on beş on iki.








Perşembe

Umumep günü

Bugün umumep, gelecek nesiller için yine açıldı. Hayırlı olsun.

Yazmayı unuttuğum şeylerden biriyse (araya çok ihanet ve fiziksel aktivite girdi) The Inheritence of Loss'un içime oturduğu. Yani bir Disgrace değil tabi. Ancak minimal hayal kırıklıkları getirmedi değil. Ondan sonra Buddha of Suburbia'ya başladım, sonra bu kadar sex, drugs and rock&roll kaldıramayacağıma karar verdim. Böylece Murakami'nin Norwegian Wood'uyla tekrar karşınızdayım. Sanıyorum o da bir A Wild Sheep Chase olamayacak, ama kim bilir?

*
bu kafa neyin kafası tam emin değilim. ama öyle kafalar oluyor arada, ben de nefes alıp hayatıma devam ediyorum, ne de olsa beni çok mutlu bir okul hayatı bekliyor.

Salı

bitti mi savaş

kafam birden çok karıştı, ne yazacağımı şaşırdım. iyi şeyler ve korkutucu şeyler düşündüm. iyiyim? iyiyim.

edit: istanbul'da olmak ya da olmamakmış hala, ve ben alıntılara bazen üzülüyorum

edit2: biliyor musun, gittiğim yerde arkadaşlarımı kıskanmaya zamanım olmayacak


war, it's very good for business

benim için bu temmuzun şarkısı

aslında geçen temmuzunki de buydu

bir öncekinin de bu

Pazartesi

Elvin ve Emre

Kumarda kazanıyorum. Dün gece poker oynadığımız 5 saat boyunca kazandım.
You see, it shows-

Cuma

excellence in english mi.
EXCELLENCE in english mi?

bu postu bir ay sonra postup bunu da evrene göndermeyi uygun gördüm.
her yeni duyduğu kelimeyi elli kere cümlede kullanarak öğrenebilen excellence in english.

Perşembe

annelerin sözleri ne kadar çok acıtır.
çok

Çarşamba

faltar

istanbul bende tutukluk yapıyor. diyeceğimi diyemiyorum, ya da demiyorum. unutuyorum, bilerek unutturuyorum. neden olduğunu da biliyorum sanki, istanbul'da her şey biraz daha gözüme bakıyor, biraz daha güvensiz kokuyor, biraz daha e? evet? diyor bana, ben de vazgeçiyorum her gün yeniden. prensiplerimden vazgeçiyorum mesela, prensip de neymiş diyorum, sonra prensiplerimden vazgeçmemden vazgeçiyorum, en iyisini yapmaya çabalıyorum mesela, ama en iyisinden de vazgeçiyorum sonra. yer yer bir kez daha deneyeyim, insanlıktan ne çıkar diyorum kendime, sonra söyleyeceklerim boğazımda kalıyor. bir bakıyorum benim dediklerim de benim olmuyor, hiç benim olmadı dediklerim gözümün içine bakıyor yer yer. uyuyamıyorum mesela, bir ay şehir gürültüsünden uzak kalınca uyuyacağımı da uyuyamıyorum. aklıma neler geliyor. hepsini teker teker düşünüyorum, değerlendiriyorum. kendi kendime tartıyorum, bakıyorum yatakta, sonra karanlık fazla geliyor ışığı açıyorum. ama ışığı açtığım odada da kalmıyorum, oradan defterime koşuyorum. defterim, burası. kendi çırpınışlarımı ilerde görebileyim diye tuttuğum kayıt. on sekizliğim de kalmadı, istanbul'da ehliyet gösterince kendini savunuyor abiler yaşı kontrol etmek bizim görevimiz diyor. biraz fantastik duyuluyor, odadaki yaş ortalamasını kafalarında kontrol ediyorlar, iradeleriyle on sekiz olmayanları on sekiz yapıyorlarmış gibi. bu ev bana insanlıklarımı hatırlatıyor, eski ve yeni, yanlış, kötü ya da enayi insanlıklarımı. güzel insanlıklarım da oluyor ara sıra, onlardan geriye pek bir şey kalmıyor çünkü burada tebessüm de edemiyorum çok çok. yalnız kalmak güzel oluyor burada, ama sonra olur olmaz insanlar konuşmak için yeşil bir ışık yakıyorlar yuvarlak, dilim çözülmez sanıyorum, iyi gelir; sonra gece iki olmuş oluyor ve kendimi tutarken buluyorum, diyeceklerimi demiyorum, insanlık diye de kendimi kandırmıyorum öyle zamanlarda. medeniyetmiş. istanbul bana medeniyetin çok sağlam bir rüya ya da çok kırılgan bir somutluk olduğunu hatırlatıyor. kompilasyonuma bakamıyorum midem bulanıyor yer yer, ama ay varsa açıp açıp okuyorum ve ağlıyorum hep. hissederek yazılmış bazıları, siyah beyaz olması gereken bir fotoğrafı renkten arındırmak gibi geliyor. bunları anlatıyorum istanbul'da, o bana yayın başlığı soruyor. ablam da sevgilisinden ayrılmış, ben de ona soramıyorum. yayın başlığı boşluğuna bakıyorum, bende tutukluk yapıyor, diyeceğimi diyemiyorum, ya da demiyorum; unutuyorum, bilerek unutturuyorum.

böyle kötü hissedişlere böyle espiriler yakışıyor, daha kalitelileri için iyi hissetmeyi bekleyiniz

foo foo

besito besito besito besito...

kiss yo gurlfrien, kiss yo gurlfrien

buraya on yüz bin milyon ihanet sözleri yazmak üzereydim. sonra onun yerine chicago'da iş aramam gerektiğinin farkına vardım. bir baktım, evren benden de büyükmüş.

besito besito besito besito...

oh how literal we must be in the face of true romance, and how romantic, the idea of truth.

Pazartesi

her şeyin üstüne uyumak lazım.
uyku her şeyin çözümü.

izmir havaalanında seksi saatler bekliyor beni.